Wikipedia

Arama sonuçları

24 Kasım 2017 Cuma

BİLİNEN BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE TÜRK TARİHİ


  BİLİNEN BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE TÜRK TARİHİ


Amerikalı Yazar;


Türk Tarihi Tezini Kanıtlıyor



Hiç tufandan önce insanların uygarlığının neye benzediğini öğrenmek ister miydiniz? Bu artık mümkün. Bu görüntüler,Türkiye ve Orta Asya da kazılarla ortaya çıkmaktadır.
Biz insanlar tüm uygarlığın atası olarak Sümer,Yunanistan, Mısır ve Çin i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışızdır. Ancak şimdi Türkiye ve Orta Asya da arkeologlar tufandan on binlerce yıl önce uygarlık izlerini keşfetmektedirler. İran ve başka yerlerde kazılarda sadece bir değil ama belki de birkaç Nuh un gemisi olduğunu öğrenmekteyiz.
Bir zamanlar Yunanlılar ve Türkler tek bir halktı.Ancak, belirsiz bir tarihte onların yolları ayrıldı.



Onlar o zamanlar daha emekleme çağında olmalarına rağmen birbirlerine gayrimeşru dediler. Binlerce yıldır, Yunanlılar Türkleri örtbas edip Batı Uygarlığın atalarının kendileri olduğunu dünyaya ikna edebilmişlerdi. Ancak bu yalanı daha fazla sürdüremezler.
Yakın zamanda tarih konusunda bilgili bir Türk hanımla yazıştım ve ona böyle korkunç bir sahtekârlığın nasıl yürütülebildiği konusunda fikrini sordum. Türkler ve Yunanlılar hakkında olup bitenleri bilmediğini belirtti, ancak şunları söyledi “Yunanlılar ve Türklerle ilgili şunları söyleyebilirim. Zeus Türkçe bir isimdir. Yunan sahtekârlığı artık bir sır değildir ve birçok araştırmacı, Yunanlı olarak bilinen birçok şeyin Helen öncesi Yunan olmayan Mısır, Hitit ve Türk uygarlıklarına ait olduğunu anlamaya başladılar -Bu çok tartışmalı bir konudur. Türkiye’deki Truva kazıları yürütün Profesör Manfred Korfmann, Avrupa’da yaptığı bir konferansta Truva ve diğer önemli Anadolu Uygarlıklarının Yunanlı olmadığını söylediği için büyük tepki
görmüştü. Anadolu’nun çok yakın bir tarihte Yunanlaştığını söyledi. O zamandan önce başka önemli uygarlıklara ev sahipliği yapıyordu.



Maalesef, Prof. Korfmann yakın bir tarihte vefat etti. Çok şükür, akademik dünyada bu önemli konuyu açmaya vakti oldu. Önderimiz Atatürk“Anadolu 7000 yıldır Türk’tü” demişti ve Çanakkale’de İngilizleri yendikten sonra Truvalıların intikamını aldık demişti. Bunu
sadece politika sanabilirsiniz ama Petroglifler herkesin göreceği şekilde ortadadır.
Yahudi Tarihini yazan Flavius Josephus, eserinin Yunancaya tercüme edilmesini istemedi. Çünkü o zaman Yunanlıların, Yahudiliği kendilerinin keşfettiklerini iddia edebileceklerini savundu.



Hıristiyanlığı ilk kabul edenlerin Türk ulusları olduğu tarihi bir gerçektir. Bunun sebebi bizden saklanmıştır. Aslında bir Yunanlı olan Roma İmparatoru Konstantin I, Türklerin neden Hıristiyanlığı bu kadar kolay kabul ettiklerini öğrenmemizi istemedi. Dolayısıyla, onun etkisiyle dünya tarihinin en şaşırtıcı gerçeklerinin biri bizden esirgenmişti. Ben kendim bunu yakın tarihte öğrendim, birkaç ay sonra “Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz” kitabımı yazdım.



Belirttiğim gibi tüm dünya uygarlıklarının ataları ve tüm bilimlerin öncüleri, Sibirya’dan bugün Modern Türkiye’ye uzanan bölgede bulunan eski Türk halklarıydı. Onlar Ayan (Ari), Kuru,Turan, Tulan, Danuu veya Tanu (Dan Kavimleri) ve diğer benzeri isimlerle bilinmektedir. Ayrıca onlara Pancha Krishtaya (İnsanlığın Beş Irkı) denilirdi.



Dünyanın eski efsanelerine göre Kuzey Kutbu bugün bildiğimiz ıssız buzullar değildi. Orada iklim koşulları elverişli ve ılımandı. Topraklar bereketliydi. Hyberborların, çocukların bile kolayca öğrenebileceği ve uygulayabileceği basit bilimsel teknolojileri vardı. Oksijen sevileri günümüzden daha yüksek olduğu için onlar hastalıksız binlerce yıl yaşayabiliyorlardı. İntihar etmeden kolayca ölemiyorlardı.



Onlar iki başlı bir kartal, Krishta (Krişta, Christ) ve haç (Krsti) olarak simgeledikleri yüce Tanrı olarak taptıkları güneş enerjisini kullanabiliyorlardı. Dinlerini kendi adlarıyla Krishtaya ve ayrıca “fatih” anlamına gelen Kristihan (Sanskritçe sözlüğe bakınız). Onların
dininin bütün dinlerden önce var olduğunu bilmek Hıristiyanları şaşırtabilir. Ancak bu bizim şu anda kadim insan tarihini yeniden yazmamızı mecbur eden tek gerçek değildir.
Kuzey Kutup bölgelerinin Rus araştırmacısı felsefe doktoru Valery Dyemin, Yunanlıların efsanelerinde İskitlerin kuzeyinde olduğu anlatılan Hyperborea’nın (”Kuzey rüzgarı Borea’nın ötesi”) gerçekten var olduğunu savunmaktadır.



Dyemin şöyle demektedir, “Ben inanıyorum ki o uygarlığın kalıntılarını Avrasya ve Amerika’nın buzul bölgelerinde, Kuzey Kutbun Arktik deniz ada ve takımadalarında, deniz, göl ve nehir diplerinde aramalıyız. Rusya, Hyperborea’yla ilintili olabilecek en fazla mıntıka ve kalıntıya sahiptir. Bazıları şimdiden araştırmacıların dikkatini çekmiştir, diğerleri keşfedilmeyi bekliyor. Kola Yarımadası, Vaigach Adası, Karelia, Ural Dağları, Batı Sibirya, Khakasia, Yaktia ve başka yerlerde aktif keşifler günümüzde devam etmektedir. Franz Josef bölgesi, Taimyr ve Yamal’da da araştırma yapmanın olasılığı vardır.


“Coğrafik terim olarak ‘Hyperborea düzlüğü’teknik açıdan kullanılmaktadır. Bilim adamları düzlüğün deniz dibine neden battığını öğrenmek için dinamiklerini tartışıyorlar.
“Diğer deyişle, Hyperborea (Hiperborya) sonuçta deniz dibine inen kalıntıların üzerinde yayılmış olabilir.



“16ncı asır Flaman haritacı ve coğrafyacı Gerhardus Mercator, haritalarının birinde Kuzey Kutup civarında çok büyük bir kıtayı göstermektedir. Bu yer derin nehirlerin adalara böldüğü bir takımadadır. Tam merkezinde bir dağ bulunmaktadır (efsanelere göre Hint Avrupalıların ataları Meru Dağına yakın yaşıyorlardı). Sormak gerekir, bu yer haritaya nasıl geçti? Ortaçağlarda Arktik bölgeler hakkında bilgi yoktu. Mercator’un kadim bir haritadan faydalandığına dair belirtiler var. Bunu 1580 yılında yazdığı bir mektupta açıklamıştı. O harita Arktik Denizi’nin ortasında bir kıta gösteriyordu. Bunu da haritasında buzsuz olarak göstermişti. Mercator’un haritasının kadim haritaya dayandığı gözükmektedir.” [http:// english.pravda.ru/science/  mysteries/29-11-2006/85697-Paradise-0 ] Kutsal kitabımız, bu Hyperborea cennetine Aden adını veriyor. Ancak Aden Rus ve Sibirya  bozkırlarının esas adından başka bir şey değildir.

Maalesef, onların dünyevi cennetleri yok olacaktı. Büyük bir felaket, belki de büyük bir göktaşı, meteor veya asteroitin dünyayla çarpışması eksenini ve/veya yörüngesini değiştirmiştir. Hyperborea buzul bir cehenneme dönüştü. Hiperborealılar sonra günümüzde Türkiye ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin bulunduğu yerlere kaçtılar. Efsanelere göre onlar Tannu Tuva (ayrıca Tewa veya Tiwa). Bu Tannu kelimesi ayrıca Sanskritçe Danu olarak geçer ve fatih anlamına gelir. Onlar ayrıca kendilerine üstün fatihler anlamına gelen Su-Tannu derler.



Türkçe’de Su ayrıca asker anlamına gelir.
Afganistan, Pakistan, İran, Irak ve Orta Asya ülkeleri dahil çok geniş bir alanı kapsayan bu Federasyonları sonunda dağıldı. Belki de bu zamanlarda Yunanlılar Türk kardeşlerine sırtlarını çevirerek ayrı bir yola gitmeye karar verdiler. Bu dağılan ülkeleri Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Kazakistan, Kurustan (bugünkü Türkiye), Kırgızistan, Özbekistan ve diğerleri olarak bilmekteyiz. Bunların sonu “stan” ile bitmektedir. Unutmayalım ki, “stan” ekleminin kökeni “Su-Tannu”dan gelmektedir.

Daha sonra Altay bölgesinde büyük bir sel bölgeyi daha da verimsiz duruma getirdi.
Bundan sonra onlar Hindistan’ın içlerine kadar yayıldılar ve orada mevcut olan yüksek bir uygarlığa kendi bilgeliklerini kattılar. Hindistan’a girdikten nerdeyse hemen sonra iki bölge arasında karşılıklı nüfus yerleşmeleri başladı.

Dini inançlarını birleştirdiler. Sonuç olarak Şiva (Shiva), İndra, Kubera (bizim Heber’imiz) ve diğerleri olarak bildiğimiz Hindu tanrılarının aslında Türk ve Sibirya kökenleri vardır.
Onlar ayrıca Mısır, Sümer, Çin ve bildiğimiz tüm diğer kadim uygarlıkları kurdular. Onlar bize değişik alfabe ve hatta dinlerimizi bile verdiler.

Dolaylı veya dolaysız olarak, onlar İnka, Aztek, Mayaların atalarıydı, Tihuanaco ve Karal gibi kadim ve yüksek Güney Amerikalı şehirlerinin mimarlarıydılar.

Hindistan’da bile insanlığın ve tüm uygarlıkların yaratıcı gücüne Ana Tanrıça olarak tapılır. Onun kutsal mekânı manyetik Kuzey Kutbun merkezindedir.

Kuran’a göre Âdem (İnsanoğlu için Türkçe ismi) Aden (Sibirya bozkırları) cennet bahçesinden kovulduktan sonra Siri Lanka veya diğer adıyla Serendip’e uçarak “Âdem Tepesi”ne indi.



Serendip, Sanskritçe Ceren-Dvipa kelimelerinden türemiştir. Anlaşıldığı gibi Âdem pek de ilkel sayılmazdı. Onun Siri Lanka’ya bir tür hava gemiyle gittiği anlaşılmaktadır. Oradan tüm dünyayı dolaştı. Sonunda Arabistan Cidde’de geride kalan Havva ile tekrar bir araya gelip Orta Asya’ya geri dönmüş.



Hint efsanelerinde Hyperborea’dan gelen Ana Tanrıça ve Adem’in Ceren-Dwipa’ya seyahatini açıkladım. Böylece okuyucuların böyle muhteşem bir cennetin Güney Kutbunda olduğu yanılgısına düşmemeleri gerekir, çünkü hiçbir eski efsanede bundan söz edilmiyor.
Böylece Ana Tanrıçanın yaratıcılığı Siri Lanka kadar güneye yayıldı. Ondan sonra uygarlık tüm dünya etrafında Yengeç ve Oğlak Dönencesi arasında güneşi takip etti.
Altay’daki büyük tufandan sonra hayatta kalanlar Meru ve Si-Yoni (Zion, Siyon) Dağı adında ünlü bir dağa yakın sığındılar. Ancak farklı kavimler arasında geçimsizlik dünyanın muhtelif bölgelerine göç etmelerine sebep olmuştu.

Günümüzde Hindular Batı Tibet’te Kailasa Dağına Meru veya Si-Yoni (İnsanlığın kökeni) Dağı olarak itibar ederler.



Bazı araştırmacılar esas Meru Dağının Herat, Afganistan’a yakın bir dağ olabileceğini veya Altay, Kafkasya veya Tannu-Tuva’da olabileceğini düşünüyor. Filistin’e (Pala-stan) yerleşenler gibi, bazı kavimler Orta Asya’daki kadim yurtlarının anısına Kudüs’e yakın iki dağa Zion (Siyon) ve Moriah (Meru) adını verdiler. Binlerce yıl içinde gerçek soy ve kökenlerini tamamen unuttular ve Zion ve Moriah’ı varlık ve ruhaniyetlerinin “kaynağı” olarak görmeye başladılar. Şu anda, gerçek köken ve geleneklerinin esasında Hindistan ve Orta Asya bozkırlarında olduğu konusundaki cehaletleriyle birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar.



Nasıl Arapların ve İsraillilerin ataları Filistin ve çevresinde bulunan dağın, gerçek Meru (Moriah) veya Si-Yoni (Siyon) Dağı olduğuna ikna olmuşlarsa, aynı şekilde Kuzey ve Güney Amerika Kızılderilileri Altay tufanın anılarını beraberlerinde götürdüler. Onlar da Ana Tanrıça’nın kuzeyde olduğu fikriyle geldiler.



Yüzyıllar sonra Amerika Birleşik Devletlerinin güneybatısını Ana Tanrıçanın kuzeydeki mekânı sanmaya başladılar. Bundan dolayı birçok Meksikalı eylemciler Kızılderili atalarından edindikleri efsanelerden hareket ederek A.B.D.’nin atalarından miras kalan kutsal yurtları olduğu iddiasında bulunmakta. “Ana Tanrıçalarının” mekânının Kuzey Kutbunda olduğu konusundan haberdar değillerdir. Benim onlara önerim şudur, “Cehaletinizle cimri davranınız, onu savurmayınız.”Eğer anlattıklarım doğruysa, tüm insanların Orta Asya’yı terk ederek dünyanın diğer yerlerine göç ettiklerini nasıl kanıtlayabilirsiniz? Bunu şimdiye kadar neden anlamadık? Bu sorulara tatmin edici bir yanıt veremem, ancak kökenimizin kanıtları çok bariz olarak ortada. Herhangi birinin bu konuda tereddüt veya şüphe   duyması beni şaşırtır. Örneğin, Avrupalıların çoğunun kökeni günümüzün Gürcistan olan Colchis (Kolhis/Abhazya) - iberya ve günümüzün Albanya’sı olan Aeria. Gürcistan binlerce yıldır uygar bir devletti. Uygarlığı büyük Tufandan çok önce yaygındı. Hatta M.Ö. 300 yıl önce bile mevcut olan okunması basit bir alfabesi de vardı. Aşağıdaki tablet M.Ö. 5nci yıla aittir ve Gürcistan’ın ilk yazılı kitabı sayılmaktadır. Gürcü İberler (Kelt, Got, Vizigot, Ostrogot, Alan,Albanlar/Arnavutlar vs.) Batı Avrupa’ya göç ettiler. Yeni yurtlarına İberya (günümüzün İspanyası) adını verdiler. Aynı adı İtalya’ya da verdiler. Ondan sonra İngiltere’ye (Anguli),İskoçya’ya (Skota veya İskitya), İrlanda’nın bir bölgesine (Hibernia) göç ettiler vs. Kadim İngiltere’nin birkaç adı vardır. Bunlardan biri Albion idi. Bu kelimenin kaynağı “Alban”dir. Albanya!nın diğer adı Aeria, İrlanda (ire - land) oldu. Ayrıca, Tannu-Tuva halklarının adını Avrupa’da Danimarka ve Tuna nehrinde görüyoruz.

Bizim Amerikan Kızılderililerin bile, geldikleri yer önemli ölçüde küçülen Tannu-Tuva, Altay ve Kafkasya’sındandır. Rus bilim adamları onların DNA’larının bizim Amerikan Kızılderililerinin DNA’sına uyduğunu tespit etmişlerdir. Ancak bunu kanıtlamak için DNA’ya gerçekten ihtiyacımız var mı?



KENDİNİZ KARAR VERİNİZ!



Aşağıdaki Türk mekanlarını Amerikan Kızılderili mekanlarıyla karşılaştırınız. Navajo çadırlarının (hogan - yurt) deriden yapılmadığı dikkatinizi çekmiş olabilir. Bunun sebebi esas Navajo göçmenlerinin hayvancılıkları yoktu.

Tannu-Tuvas, Tevas ve Tivas ile Amerikan’ın Güneybatısında Tewa, Tiwa ve Towa köyleriyle Taoan kızılderili kavmin bu kadar benzer olması dikkate değer bir vakadır. Bu bir tesadüf olabilir mi? Mabet çatılarını tutan Meksikalı putlara Atlantes denilirdi. Yukarıdaki resimde Tula, Hidalgo harabelerinde duran Atlanteslere dikkat ediniz. Bazıları bunların uzaylıları temsil ettiğini iddia eder. Eğer bu doğruysa, neden bunlar Rusya’da Sibirya’nın Tula bölgesindeki Şamanlar gibi giyinmişler? Biz insanlar, gözümüzün önündeki kanıtlı gerçekleri tanımakta bu kadar uzun neden bekledik? Kafamızdaki örümcek ağları kaldırmamızı ve kim olduğumuzu ve nereden
geldiğimizi hatırlamamızı bizden isteyen doğanın arkasında bir güç mü var? Bizim dünyaya ve hemcinslerimize fayda veya zarar vermek için neler yaptığımızı mı değerlendiriyor? Kendimizi geliştirmemiz mi gerekiyor, yoksa dünyayı daha iyi yapmaya gücümüz mü yetmiyor?



A.B.D.’nin New Meksika eyaletinde bulunan ünlü bir Kızılderili Membreno-Apaçi reisi, bana insanoğlunun geçmişi ile yüzleşmesi gerektiği ilahi takdirle tayin edilmiş bir süreye girdiğini söyledi. Bu evrende seyahatimizde durakladığımız bir süredir. O bunu şöyle tarif etti, “Geçmiş şimdidir. “Bu geçmişe endeksli şimdiye bir de bir gelecek eklenmesini ister miyiz? Bundan sonra ciddi düşünmemiz gerekir. Daha önce dünyaya sular bastı. Kehanetlere göre bir sonraki felakette
dünyayı ateş sarabilir.



Gene D. MATLOCK

26 Aralık 2016 Pazartesi

Noel ve KRAMPUS ( şeytanın küçük yardımcısı)

Malumunuz Aralık ayındayız. Batı’da ve Doğu’da Hristiyan toplulukların Noel(Doğuş Bayramı) olarak kutlayarak andıkları dönemi içeren bu güzelim ay, daha öncesinde de Batı toplumundaki geleneksel döngüleri kutlamak adına pagan geleneklerce de kutlanmaktaydı.

Burada dönemin denk gelmesinden faydalanarak sizlere mitolojik bir figür tanıtmak ve bu figürün tarihsel alt yapısına dair bir iki şey gevelemek için harekete geçmek istedim. Mevzumuzun adı KRAMPUS!

Vakt-i evvelinde Avrupa’da 6 aralık tarihi Aziz Nikolas günü olarak kutlanırken, sebi sübyan çorabını çarığını dış kapıya asar ve iyi bir evlat olmanın tescilini içine dolacak hediyelerle beklerdi. Fakat olay bu kadarıyla da bitmezdi. Özellikle Alpbölgelerindeki kutlamalarda Aziz Nikolas’dan bahsedilirken bir de ‘küçük yardımcısından’ dem vurulurdu. Bu kendince adalet (?) takıntılı birader ise yaramaz çocukların astıkları emanetlerini güzel hediyeler yerine kömür, kül ve çalı çırpıyla doldurmaktaydı.

Gelin görün ki Hristyanlık öncesi devirde bu olay hiç tatlı şekilde anılmazdı. Hristiyanlık öncesi devirlerde Aziz Nikolas’ın biraderi pek çok isimlerle anılmaktaydı. Almanyada Knech Ruprecht olarak Hollanda da ise Zarte Pete adına sahipti.

Avrupa’nın Alpler bölgesinde ya da Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan ve Hırvatistan gibi eski Hapsburg bölgelerinde yaşayan çocuklar ise bu danışıklı dövüş aldatmacası daha farklı olmaktaydı. Bu genç dimağlar yaramazlık yaptıklarında KRAMPUS tarafından ziyaret edilirlerdi! Krampus, Şeytan’ın küçük yardımcısıydı!

5 aralık Aziz Nicolas günü arifesi Krampus gecesi olarak anılmaktaydı (Krampusnacht). Krampus oldukça büyük kıllarla kaplı keçi boynuzlarına , toynaklara ve uzun pençere sahip bir figürdü.Uzun dilini sallarken bir yandan ellerinde zincirleriyle ve çalılarla varırdı zulüm edeceği genç dimağların yanına. Toynak ve boynuz figürlerinden ötürü Satry figürüyle nasıl bir benzerlik çizdiğini mutlaka farketmişsinizdir. Aynı İslam’a geçtikten sonra Türkler’in eski geleneklere ait olarak diri tutulmuş ve zamanla sönmüş “Albız” gibi bir canavar başkalaştırması söz konusudur. Krampus’un elindeki zincirlerin onun artık cehennemde zincirli olduğuna dair bir vurgu olarak anlatıldığı söylenir.

Krampus geldiğinde çocuklara ders vermez ya da çoraplarına kömür sıkıştırıp gitmezdi. Krampus geldiğinde ellerinde kilitler ve sırtında içine çocukları cehennemde yemek için içine koyup götüreceği büyük bir sepetle gelirdi. Kimi zaman ise sırtında su dolu bir testiyle çocukları boğarak öldürmek için belirirdi.

                           

19.yy sonlarında ise Krampus figürü daha yumuşak ve oyuncu bir hal almıştı. Artık Krampus kartpostallar üstünde geçen moda ikonu bir figürdü (sokaklarda yeti gibi tüylü botlarla gezen kadınlardan bahsetmiyorum hayır). Artık Krampusnacht gençlerin evlere Krampus olarak giyinip gittiği, para ve zerzevat için oynadığı bir oyunun kostüm unsuru olmuştu. 5 Aralık geceleri ise eski günlerdeki çocuklar için bir korku kaynağı olmaktan çıkmış tatlı bir eğlence halini almıştı. En azından canlı kalabilenler için…

*Yazar kahkahalar atarak karanlıkta kaybolur*

16 Aralık 2016 Cuma

DERİN VE GİZLİ DÜNYA DEVLETİ (İLLUMİNATİ)


DERİN VE GİZLİ DÜNYA DEVLETİ

İLLUMİNATİ

   
Bugün yeryüzünde çok sayıda bağımsız devletin varlığına inanılmaktadır. Fakat bu devletlerin yöneticilerinin kendi ülkelerini ve halklarını ilgilendiren basit konularda bile kendi bağımsız iradeleriyle karar vermekte zorlandıklarını görürsünüz. Bir önemli husus da şudur: Bilindiği üzere çağımızda demokrasi adeta bütün insanlığa mal edilmiş bir “siyasi din” haline getirilmiştir. Hatta demokrasi çağımız siyasetinin öncülüdür. Bu yüzden demokrasinin de, tıpkı aklın öncülleri gibi muhakemeden ve tartışmadan uzak tutulması gerektiğine inanılır.
Oysa birçok ülkede halkın büyük bir çoğunluğunun seçtiği ve istediği kişiler bir türlü yönetime gelemezler. Bunlardan bazıları işin içine girdiğinde kendilerine sunulan demokrasinin sadece bir seraptan ibaret olduğunu fark ederler. Bazıları, Cezayir’de olduğu gibi, yönetime talip olurken kendilerini zindanda bulurlar. Bazıları da iktidara gelseler bile muktedir olamazlar. Bütün bunları görünce bir “derin devlet” gerçeği karşınıza çıkar. Aslında bu “derin devlet” gerçeği sadece lokal veya ulusal değildir. Global yönünün, lokal yönüne baskın olduğunu unutmayalım. Bu yüzden günümüz dünyasını karıştıran gizli ellerin sahiplerini tanımak için araştırma yapanlar bir “Derin ve Gizli Dünya Devleti”yle karşılaşmışlardır.
BİLDERBERG FAKTÖRÜ
BİLDERBERK
Geçtiğimiz Mayıs ayında Amerika’da Bilderberg Grubu’nun yıllık toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıyla birlikte söz konusu Gizli Dünya Devleti veya Dünya Derin Devleti konusu yeniden gündeme geldi. Ancak yapılan yorumlarda ağırlıklı olarak Bilderberg konusu öne çıktı. Oysa Bilderberg Grubu, 20. yüzyıla damgasını vuran ve 21. yüzyılda da dünya üzerindeki sultasını daha da güçlendirme amacına yönelik yeni teoriler geliştiren karanlık ağın sadece bir organıdır.
Siyonizm1897 Basel Konferansı ile teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur. Yahudiler bu konferanstan önce de devlet yönetimleriyle irtibat kurarak birtakım siyasi oyunlar çeviriyorlardı. Ancak siyonist ideolojiye göre teşkilatlanmanın başlamasıyla birlikte bu işi tek merkezden ve daha organize bir şekilde yürütmeye başlamışlardır. Böylece güçlerini ve etkilerini daha da artırmışlardır.
Biz bu araştırmamızda siyonizm ve bu ideolojinin organik yapısı üzerinde durmayacağız. Ağırlıklı olarak yukarıda sözünü ettiğimiz Dünya Derin Devleti yahut Gizli Dünya Devleti, bu gizli devletin dünyanın her tarafına elini uzatan teşkilatları ve bu teşkilatlarla siyonistlerin irtibatları hakkında bilgiler vermeye çalışacağız.
KARANLIK BİR ŞER ÖRGÜTÜ: İLLUMİNATİ ŞEBEKESİ
Bilderberg Grubu, İlluminati şebekesinin bir organıdır. Ancak İllüminati şebekesi 1776’da ortaya çıkarken, Bilderberg Grubu 1954’te ortaya çıkmıştır. Yani arada 178 yıllık bir zaman farkı var.
Temelinde “aydınlanma, ruşenilik, vahdet-i vücud felsefesi” gibi muhtelif felsefi akımların etkisi olduğu iddia edilen İlluminati hareketi, 1 Mayıs 1776’da Adam Weishaupt tarafından Almanya’nın Bavyera eyaletinde kurulmuştur. Daha doğrusu o tarihte bir İllüminati örgütlenmesi ortaya çıkmıştır. Weishaupt, Ingolstadt Üniversitesi’nde hukuk profesörü iken masonik eğilimlere merak sarmış ve bir gizli örgüt kurmuştur. 1779’a gelindiğinde İllüminati örgütünün 54 üyesi bulunuyordu ve Bavyera eyaletinin dört şehrinde teşkilatlanmıştı. Örgüt üyeleri ağırlıklı olarak masonik kimlikleri öne çıkarıyorlardı.
Almanya’daki din adamlarının hemen tamamı İlluminati şebekesine düşmandı. Bunun sebebi elbette onun, hıristiyanların değerleriyle alay eden, bu değerlere iğrenç bir şekilde saldıran Tapınak Şövalyeleri’nin devamı olduğunun tahmin edilmesiydi. Ayrıca İllüminati üyeleri zaman zaman yönetimi de hedef alan yayınlar yapıyorlardı. Bu yüzden 1784’te teşkilatlarına bir polis baskını gerçekleştirildi ve birçok üyeleri göz altına alındı. 22 Haziran 1784 tarihinde de Bavyera Elektörü bir ferman yayınlayarak İllüminati örgütünü tamamen kapattı. Örgütün üyelerinin çoğu tutuklandı. Başta lider Weishaupt olmak üzere birçok üyesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Aynı ferman 1785 Ağustos’unda tekrarlandı ve böylece Bavyera’da sadece İlluminati değil, masonluk da silinmiş oldu.
Bavyera’da İllüminati ve masonluğun yasaklanmasının Avrupa ve Amerika’da ciddi bir etkisi oldu. Bayağı korku ve telaşa kapılan diğer ülkelerdeki masonlar kendilerine de yasak getirilmemesi için büyük bir gürültü kopardılar. Öyle ki ABD başkanı George Washington, tereddütlere kapılan Amerikalı masonlara güvence verme ihtiyacı duydu.
Bavyera’da yasaklanan İllüminati ve mason teşkilatları çok geçmeden yer altı örgütleriyle faaliyetlerini sürdürdü. Fakat bu kez Almanya dışına da uzanarak tüm Avrupa’da teşkilatlanmak için faaliyetlerini hızlandırmaya başladı. Örgütlenme çalışmalarını hızlandırmasında Johann Bode adlı bir masonun önemli katkıları oldu. Bazı kaynaklara göre Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi birçok ünlü bu örgütün saflarına katılmışlardır.
Yeraltı teşkilatlarının yapılandırılmasında farklı isimler kullanıldı. Örneğin Fransız Devrim Kulübü ve Jacobin Kulübü İllüminati hareketinin devamını sağlamak için kurulmuş oluşumlardır. Bunlar asıl önemli faaliyetleri yer altından yürütüyor, ama masonluğun çok fazla murakabe altında olmadığı yerlerde salon toplantıları da düzenliyordu. Fakat bu toplantıları yine de halka açık değil, sadece üyelerin katılabildiği türden toplantılardı. Örneğin Jacobin Kulübü için tutulan salona 1300 üye katılıyordu. Tamamen üyelere mahsus ve gizli olarak düzenlenen bu toplantılara Fransa’nın en iyi eğitim görmüş ve en etkin kişileri katılırdı. Jacobin’lerin ideali, tüm kurumları ve krallığı ortadan kaldırarak adına “Yeni Dünya Düzeni” ya da “Evrensel Cumhuriyet” dedikleri bir düzen kurmaktı.
İlluminati, kelime olarak aydınlıkçılar veya aydınlananlar anlamına geliyor. Kök olarak İtalyancadır. Fransızcada ışık anlamına gelen la lumière kelimesi de aynı kökten gelir. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre fikri altyapısı ve temeli Tapınak Şövalyelerine dayanıyor. Kuruluşundaki amacı Avrupa masonluğunu bir çatı altında birleştirmekti.
İLLUMİNATİ’NİN TEMELİNİ OLUŞTURAN TAPINAK ŞÖVALYELERİ
KNIGHTS TEMPLAR
İlluminati şebekesinin fikri altyapısını oluşturan Tapınak Şövalyeleri orijinal adıyla “Tampliye Tarikatı” Haçlı seferleri sonrasında Kudüs’te kuruldu. Bu adı almalarının sebebi ise iddia edildiğine göre Kudüs kralının Süleyman mabedinin bulunduğunu ileri sürdükleri bölgeyi koruma görevini kendilerine vermesiymiş. Masonluğun da temel fikriyatını geliştiren Tapınak Şövalyeleri muhtelif adlarla varlığını sürdürmüştür. Bugün bu hareketin en çok tanınan kolu ise ‘Sion Birliği’dir.
Sadece masonluğun değil siyonizm ideolojisinin fikriyatının geliştirilmesinde de rolleri olduğu bilinen Tapınak Şövalyeleri kısa zamanda büyük servetler elde etmişlerdir. Batı’nın yalnızca en büyük askeri gücü olmakla kalmayıp aynı zamanda en önemli tüccarları arasında ilk sıralarda yer aldılar. Tapınak Şövalyeleri hareketi bugünkü masonlar gibi gizliliğe büyük önem verirlerdi. İlginçtir ki Batı’ya ait olduğu sanılan bu örgütün mensupları Hz. İsa’yı yalancı peygamber olarak tanımlıyorlardı. Haça tükürmeyi, haçın üzerine basmayı ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret etmeyi adeta kutsal fiiller addediyorlardı. Bunun sebebi ise asıl fikir babalarının ve organizatörlerinin yahudi kökenli olmasıydı.
Bir ara siyasi otoritelerinin zayıflaması sebebiyle hıristiyanların dini değerlerine hakaret ve saldırı suçlamalarıyla yargı önüne çıkarıldılar ve bazıları ölüme mahkum edildiler. Ama daha sonra saklanmayı yani yer altına çekilmeyi başararak varlıklarını sürdürdüler.
Birçok araştırmacının ortak tespitine göre masonluk hareketinin temelini de bu Tapınak Şövalyeleri hareketi oluşturur. Her iki hareketin aynı simgeleri kullanmaları bu yöndeki kanaati desteklemektedir. Ayrıca Tapınak Şövalyeleri’nin hıristiyanların dini değerlerine hakaretten dolayı yargılanmalarından sonra yer altına girmelerinin ardından masonluk örgütleriyle ortaya çıktıkları tahmin edilmektedir. Bu kanaati destekleyen muhtelif tarihi belgeler ve bilgiler de bulunmaktadır. Fakat ‘Mason Kardeşler’ adıyla yeniden örgütlenirken biraz daha tedbirli hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Bu kez hıristiyanların dini değerlerini aşağılayıcı tutum içine girmektense onları çok rahatsız etmeyecek hatta onların da kabul edebilecekleri bir fikri altyapı oluşturmaya özen göstermişlerdir. Ayrıca masonlukta gizliliğe önem vermiş, kendilerini çok fazla açığa vurmaktan sürekli kaçınmışlardır.

KÜRESEL ÇETELERİN ORTAK KAYNAĞI

KÜRESEL ÇETELER
Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve İllüminati Şebekesi, hepsi aynı kaynaktan beslenmiştir. İllüminati şebekesini oluşturanlar ise hem masonluk hem de Tapınak Şövalyeleri hareketi ile irtibatı olan kişilerdi. Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve İllüminati Şebekesi’nin fikriyatlarını, tören biçimlerini, beyin yıkama metotlarını ve simgelerini bağımsız bir bakış açısıyla inceleyenler bunların hepsinin de aynı kaynaktan beslendikleri ve aynı amaca hizmet ettikleri üzerinde ittifak etmektedirler.
İllüminati şebekesinin Ortaçağ’daki siyonizm hareketi olarak nitelendirebileceğimiz Tapınak Şövalyeleri’nin diğer adıyla Tampliye tarikatının bir devamı olduğu konusunda fikir veren bazı bilgileri burada aktarmak istiyoruz:
Nesta H. Webster’in Secret Societies and Subversive Movements adlı çalışmasında ünlü büyücü ve okült uzmanı Cagliostro’nun İllüminati şebekesine katılması münasebetiyle düzenlenen tören hakkında şu notlar aktarılıyor:
“İçi evrak dolu demir bir sandık açıldı. Töreni yöneten kişi sandıktan el yazması bir kitap aldı ve ilk sayfasını okudu: “Bizler, Tampliyelerin Büyük Üstadları…” sözlerini kanla yazılmış bir and izliyordu. Söz konusu bu kitap “İlluminizm”in aslında tüm monarşilere ve kiliseye karşı bir nifak olduğunu, ilk saldırının Fransa tahtına yöneleceğini ve Fransa’da krallığın çökertilmesinden sonra Roma’ya sıra geleceğini belirtmekteydi.”
Burada vurgulanan hususlar gerçekten üzerinde durulması gereken şeylerdir: Birinci olarak: El yazması kitabın bir sandıkta saklanması ve törende oradan çıkarılması işlemini ele alalım. Sandık yahudi literatüründe özel bir mana taşımaktadır. Yahudilerin bu konudaki dini anlayışlarına temel teşkil eden hadiseye Kur’an-ı Kerim’de de işaret edilir. Talut ve Calut kıssasında Talut’un komutanlığının ilahi bir hükme dayandığını bildirmek için o dönemin peygamberinin verdiği bilgi hakkında şöyle buyurulur:
“Peygamberleri onlara: “Onun hükümdarlığının belgesi, size, içinde Rabbinizden bir ferahlık ve Musa ailesiyle Harun ailesinin geriye bıraktıklarından arta kalanların bulunduğu ve meleklerin taşıdığı Tabut’un gelmesidir. Eğer iman ediyorsanız, bunda sizin için bir delil vardır” dedi.” (Bakara, 2/248)
Burada tabut ile kastedilen bir sandıktır. Yahudiler bu sandığın bugün hala dünyada dolaştığına inanırlar. O sandığın taşıdığı manayla irtibatlandırmak için de el yazması kutsal kitaplarını özel bir sandık içinde saklarlar. Dini törenlerinde kitaplarını bu sandıktan çıkarır, tören sonrasında yine özenle sandığa yerleştirirler.
İkinci olarak kanla yazılan and üzerinde durmak gerekir. Kan sembolü, siyonizmde ve bu ideolojinin temelini oluşturan dini literatürde sıkça kullanılan bir semboldür. Ancak kanla ilgili semboller genellikle gizli tutulur. (Necip el-Kiylani’nin Yahudinin Kanlı Böreği adıyla Türkçe’ye tercüme edilen tarihi ve belgesel romanında, siyonizmin temelini oluşturan dini literatürdeki “kan” kutsamasına işaret eden önemli bilgiler ve belgeler mevcuttur.)
Üzerinde durulması gereken üçüncü husus İllüminati’nin aslında kiliseye karşı olduğu hususudur. Tapınak Şövalyeleri de kiliseye karşı tavır alan ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret eden bir hareketti. Ama bu konuda izledikleri tutum tepkilere yol açınca ve birçok idam cezasına kapı açan yargılamalara sebep olunca söz konusu tarikat yer altına çekilmiş, ardından farklı bir yüzle ortaya çıkmıştı. Fakat bu farklı yüzünde hıristiyanların değerlerini hedef alan, bu değerlere hakaret anlamı içeren tavırlar pek dışa yansıtılmıyordu. Gerçekte ise bu konuda değişen bir şey yoktu. Aradaki tek fark bu düşmanlığın artık bir “nifak”a dönüşmesiydi ki bu husus da yukarıdaki notta vurgulanmaktadır.
Dördüncü husus İllüminati’nin Avrupa’daki monarşilere karşı bir hareket olduğunun vurgulanmasıdır. Bu tutum özellikle entelektüel kesimin ilgi ve desteğinin kazanılmasının en önemli sebebiydi. Ne var ki entelektüel kesimde ortaya çıkan monarşi karşıtlığının İllüminati tarafından yönlendirilmesi, monarşik düzenlerin yerine geçecek yönetimlerin tek merkezden kontrol edilmesine ve bu kontrolün de İllüminati şebekesinin elinde olmasına fırsat verecekti.

FRANSIZ İHTİLALİNDE İLLÜMİNATİ KOMPLOLARI

FRANSIZ İHTİLALİ
İlk doğuş yeri olan Bavyera’da yasaklanmasından sonra ağırlık merkezini Fransa’ya taşıyan İllüminati hareketinin bu ülkedeki monarşik düzene karşı çalışmalara ağırlık vermesi dikkat çekmektedir. Daha önce de söz ettiğimiz üzere, İllüminati’nin bir devamı durumundaki Jacobin Kulübü’nün üyeleri monarşik düzeni yıkıp yerine Yeni Dünya Düzeni yahut Evrensel Cumhuriyet olarak adlandırdıkları yeni bir yönetim getirmeyi bir ideal olarak görüyorlardı.
1785’te Almanya’dan kovulan İllüminati’nin Fransa’da bu çalışmaları hızlandırmasının üzerinden çok fazla zaman geçmeden 1789’da Fransız Devrimi’nin gerçekleşmesi bir tesadüf olmasa gerek.
Fransız Devrimini hazırlayan sebepleri ve gelişmeleri incelediğimizde çok ilginç şeylerle karşılaşırız. Bakın William T. Still’in New World Order adlı eserinde ne deniyor:
“1789 yılının ilkbahar ve yaz aylarında İlluminatilerin tahıl piyasasında gerçekleştirdikleri manipulasyonlar sonucunda yapay bir buğday darlığı yaratıldı. Bu durum o denli geniş bir açlığa yol açtı ki, kısa zamanda tüm ülke ayaklandı. Olayların başını çeken kişi, Fransa Büyük Doğusunun Büyük Üstadı Orleans Dükü idi. İlluminatiler, halkın çektiği acıları bir araç olarak kullanarak yarattıkları huzursuz ortamın devrimci eylemlerine yararlı olacağını planlamışlardı. Gerçekten de, besin stoklarını bloke ederek ve Ulusal Meclis’te tüm reform girişimlerini engelleyerek, durumu iyice kötüleştirdiler ve halkı tam anlamıyla açlığa mahkum ettiler…”
14 Temmuz günü Bastille yağmalandı. Özgür bırakılan tutuklu sayısı yalnızca 7 idi. Fransız tarihçiler bugün, eylemin asıl amacının Bastille’i yıkmak ve tutukluları kurtarmak olmadığını belirtiyorlar. Asıl amaç Bastille’de saklanan barut ve silâhları ele geçirmekti. Böylece silâhlanan Jakobenler, 22 Temmuz gününden başlayarak o güne dek eşi görülmemiş ve titizlikle planlanmış bir ihtilâl girişimini sahneye koydular. Bu dönem tarihte “Büyük Korku” diye adlandırılacaktır…
Öncelikle tüm ülkede eşzamanlı bir panik duygusu yaratıldı. Köyden köye, kentten kente giden atlılar, yurttaşlara “haydutların!” yaklaşmakta olduğunu ve kendilerini korumak istiyorlarsa silâha sarılmaları gerektiğini bildirdiler. Ayrıca, tüm bu olayların sorumlularının malikânelerde ve şatolarda gizlendikleri, bizzat kralın buraları ateşe vermelerini buyurduğu yurttaşlara söylendi. Fransa kralına bağlı olan halk bu emirlere uydu. Artık alevlerin denetlenmesi imkansızdı, yağma ve yıkım sürerken, anarşi gittikçe yaygınlaşıyordu…
Paris sokakları teröre teslim olmuştu… 1793 Kasım’ında tüm Fransa’da rahiplerin öldürülmeye başlanması, dine karşı bir kampanyanın yürürlüğe girdiğini ortaya koyuyordu. Tüm mezarlıklara, İlluminatilerin ünlü sloganı olan “Ölüm Sonsuz Bir Uykudur” sözlerini içeren yazılar asılmaya başlandı. Paris’teki kiliselerde “Akıl Bayramları” adı altında eğlentiler düzenleniyor, fahişeler tanrıça gibi tahta çıkarılıyorlardı. Bu törenlerin bir adı da “Exoterion”du ve Weishaupt’un kaleme aldığı “Aşk Tanrıçasının Kutsanması” adlı bir şiiri örnek alıyorlardı…
Thomas Jefferson, üç yıl süren Fransa elçiliğinden 1791’de Amerika’ya geri döndüğünde, tüm bu kıyımı “ne güzel bir devrim” diye tanımlamış ve tüm dünyaya yayılmasını umut ettiğini yazmıştır. Jefferson, neredeyse tüm Fransa halkının Jakoben olduğuna inandığını açıklamıştır. Ona göre, bu büyük çoğunluk, ulusal iradeyi açıkça ortaya koymaktaydı…
 NÜFUSU YOK ETME PROJESİ
1793 yılının sonlarına doğru, yeni devrim yönetimi sayıları yüz binlere ulaşan işsizlerle yüz yüze kaldı. Devrimin önderleri, sonradan bütün diktatörlerin taklit edeceği yeni bir “terör” projesini uygulamaya geçirdiler: NÜFUS AZALTIMI !
Amaç Fransa’nın yirmi beş milyona ulaşan nüfusunu on altı milyona indirmekti. Robespierre, nüfusun azaltılmasını kaçınılmaz buluyordu.
Nüfusun azaltılması ile görevli devrim komitesi üyeleri, gece gündüz harita başında her kentte kaç kellenin kopartılması gerektiğini hesaplıyorlardı. Devrim mahkemeleri kimlerin ölmesi gerektiğine karar veriyor ve sonu gelmez bir kurban sürüsü giyotinin yolunu tutuyordu. Yalnızca Nantes’de, bir gece içinde 500 kimsesiz çocuk kent mezbahasında öldürülüyor, 144 yoksul kadın nehre fırlatılıyordu.
Fransız Devrimi’nde masonların rolüne işaret amacıyla Nesta H. Webster de Secret Societies and Subversive Movements adlı eserinde şunları yazıyor: “1789 yılında krallığın yıkılması ile birlikte, 10 Ağustos gününden başlayarak üç renkli Fransız bayrağı devrimin kızıl bayrağı ile değiştirildi. “Yaşasın Kral Orleans” çığlıkları ile masonların “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” seslenişi sokakları kapladı.”
İşte böyle bir devrim, dünyadaki kalabalık kitleleri yönlendiren medya organı tarafından yeni bir çağ açan, dünyayı demokrasi ile tanıştıran son derece önemli bir olay olarak lanse edilmiştir.

İHANET ÖLÜMDÜR

İlluminati adını ve üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklayan ölümcül bir kuruluştur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel eğitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler İlluminati’ye kabul edilmezler. ABD başkanlarının pek çoğu İlluminati’den ya icazet alırlar ya da üyesidirler. İlluminati o kadar gizlidir ki, varlığından bile bahsedilmez. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezası kayıtsız şartsız ölümdür.

İllüminati’nin NATO ile veya Gladyo gibi yeraltı örgütleri ile de ilişkisi olduğu bilinmektedir. İnşallah bu ilişkiden ileride söz edeceğiz.
IRKÇILIĞIN BABASI CECİL RHODES VE İLLÜMİNATİ (RODEZYA)

19. yüzyılın ikinci yarısında İllüminati Şebekesi’nin en çok öne çıkan adı Cecil Rhodes adlı İngiliz siyasetçidir. Bu kişi Güney Afrika’yı tümüyle yerlilerin ellerinden alarak sömürgeciliğin kontrolüne sokan adamdır. Güney Afrika topraklarını aynı zamanda oldukça insafsızca yönetmiş ve çıkardığı fitnelerle yerli halktan pek çok insanın kırılmasına sebep olmuştur.
Zaten Güney Afrika’yı sömürgecilerin kontrolüne sokmasındaki başarısı izlediği fitne politikalarından kaynaklanıyordu. İzlediği fitne politikasında seçtiği iki kabileyi birbirine düşürüyor, bu iki kabilenin fertleri iyice birbirlerini kırıncaya kadar hadisenin dışında kalmaya yahut bir yandan ateşin üzerine benzin dökmeye devam ediyordu. Her iki kabile de iyice zayıf düştükten sonra müdahale ediyor, “barış ve anlaşma” sağlama iddiasıyla her ikisini birden kontrolüne alıyordu.
Bu amaçla: “Önce sorun çıkar, sonra çözüm öner” teorisini geliştirmişti. Irk ayrımı politikasının fikir babası da odur. Onun bu fikriyatı yüzünden Güney Afrika’nın yerlileri ve asıl sahipleri olan siyahlar yıllarca zulme, aşağılanmaya maruz kaldılar.
Rhodes, politik alanda bu oyunları çevirirken kendisi de Güney Afrika’nın bütün zenginliklerine kondu. Elmas kaynağı yönünden oldukça zengin olan Güney Afrika’nın elmas tarlalarını işleterek hayal edebileceğinin çok üstünde servete sahip oldu. Bugünkü Rodezya adlı ülke de adını onun soyadından alır.
İşte bu Rhodes, 19. yüzyılın sonuna doğru Londra’da oldukça etkili bir faaliyet merkezi oluşturan İllüminati şebekesini devreye soktu. Bu şebekenin amacı ise dünyayı tek merkezden yönetmek, dolaylı sömürgeciliğin çengeline takılan devletlerin yöneticilerini yetiştirmek ve onlar vasıtasıyla bütün dünyaya kumanda etmekti. Bu amaçla Rhodes Bursları adıyla geleceğin yöneticisi olacak üniversite öğrencilerine yardım ve onların murakabe edilmesi amacıyla bir organizasyon oluşturdu.
Rhodes bursuyla okuyan öğrenciler diğerlerinden bayağı farklı kabul ediliyordu. Çünkü onlar belli bir amaç için hazırlanıyordu. Onlar ülkelerine döndüklerinde yönetim, ekonomi ve medya alanında önemli noktalara yerleşebilmek için çalışacaklardı. Bunun yanı sıra gittikleri yerlerde İllüminati şebekesinin temsilcisi olarak çalışacaklardı. İllüminati şebekesi onları ülkelerine döndüklerinde kendi gayretleriyle baş başa bırakmayacak hedeflenen noktalara yerleşmeleri için gerekli irtibatları kuracak, bu amaçla siyasi baskı gücünü kullanacaktı.
İllüminati şebekesi Rhodes burslarıyla okuyan üniversite öğrencileri için aynı zamanda bir beyin yıkama mekanizması olarak çalışıyordu. Onları belirlenen amaçlara hizmet etmelerini sağlayacak fikirlerle donatmak için çabalıyordu. Kendilerine dünya hesapları açısından parlak bir gelecek hazırlamak isteyenler için de Rhodes bursları sadece bir eğitim bursunun yani maddi yardımın temin edilmesinden ibaret değildi. Bunun çok çok ötesinde bir anlam taşıyordu. Bu yüzden maddi durumları iyi olan öğrenciler de bu Rhodes bursları organizasyonuyla irtibat kurmak için fırsatları değerlendiriyorlardı. Talep çok olduğu zaman da Rhodes burslarını koordine edenler açısından iş kolaylaşıyordu. Çünkü amaçlara uygun olanları seçme ve gerektiğinde aralarından eleme yapma imkanı doğuyordu.
Dünyadaki birçok önemli yönetici Rhodes burslarıyla üniversite tahsilini gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri de ABD’de iki dönem başkan seçilen Bill Clinton’dur.
Cecil Rhodes, 1902’de ölürken tüm mal varlığının Rhodes bursları için kullanılmasını vasiyet etti.
KAYNAKLARDA İLLÜMİNATİ VE İSLAM İLE PARALELLİK

Resim yazısı ekle
“Sufî tarihçi İdris Şah, İlluminati (Nurlananlar, Aydınlananlar) adını, Kur’an’da yer alan ve ışıldayan bir yıldızdan söz eden bir sûreye kadar geriye götürür.” Robert Anton Wilson, Cosmic Trigger
“İlluminati” terimi ilk kez 1492 yılında Menendez Pelayo isimli bir İspanyol yazar tarafından kullanılmıştır. Pelayo, bu terimden İspanya’da “Alumbrados” adıyla bilinen bir örgütü belirtemek için yararlanmıştır. “Alumbrados”ların, bilinmeyen bir kaynaktan gizli bilgiler elde ettikleri ve böylece üstün bir zekâ düzeyine ulaştıkları ileri sürülmüştür. Bu örgüt, 1623 yılında Engizisyonun fermanı ile mahkûm edilmiştir.”
“Kimi yazarlar, onbirinci yüzyılda Joachim de Floris tarafından kurulan “Illuminated Ones” (Aydınlanmışlar) isimli bir örgütün Hıristiyanlığın yoksulluk ve eşitlik öğretisini yaymaya çabaladığını ileri sürerler.” William T. Still, New World Order
“Onaltıncı yüzyılda Afganistan dağlarında, “Rûşenî” (aydınlık, parlaklık) adında pek güçlü bir gizli tarîkat doğdu.” Arkon Daraul, Secret Societies
“Bayezid Ensarî Pîr Rûşen” (1525-1580) Afganistan’da, “Vahdet-i Vücûd” (Varlık Birliği) felsefesini benimseyen Rûşenî tarikatını kurmuştur.” Meydan Larousse
“Bayazıd Ansarî Pîr Roşan, gençliğinde ehl-i sünnet mezhebine sıkı bir surette bağlı olduğu halde, gittikçe vahdet-i vücûd mesleğine kayarak, nihayet Allah’tan başka hiçbir şeyin bulunmadığı ikrarına vardı ve şeriatın ahkâmına ehemmiyet vermez oldu. Kendisinin “Pîr-i Kâmil” olduğunu ilan ederek, gösterdiği yolda gidecek olanların necata ereceklerini söyledi.” İslâm Ansiklopedisi
“Tarîkatin tarihinde sözü edilen ilk kişi Afganistan’lı Bayezıd Ansarî’dir. Bayezıd’ın soyunun doğrudan, Muhammed’in Mekke’den hicretine yardım eden Ensarîler’den (yardımcılar) geldiği ileri sürülmektedir. Kendi savunusuna göre, ataları bu hizmetleri sayesinde, dinsel gizemleri ve İbrahim’in Kâbe’yi inşa ettiği dönemden kalan ezoterik eğitimi edinme hakkına kavuşmuşlardır.”
“Kuzeybatı Pakistan’da bulunan Peşaver yakınlarında, Bayezıd küçük bir okul açarak, bildiği doğaüstü bilgileri özenle seçilen müritlerine aktarmaya başladı. Her aday, adına “halvet” (yalnızlık) denilen ve meditasyonla dolu bir deneme süresi geçiriyordu. Başarılı adaylar, bu sürenin sonunda, Yüce Varlık’tan yayılan “Aydınlığa” kavuşuyorlardı.”
“Tüccarlar ve askerler şeyhlerinin geçimine, giderleri yüksek askeri ve siyasi casusluk örgütüne cömertçe katkıda bulunuyorlardı. Bu başarılı dönemde, Bayezıd artık “genellikle inanılan tarzda bir ölümden sonrasının bulunmadığını, yaşam sona erince ne ceza ne de ödül olmayacağını, yalnızca dünya yaşamına hiç benzemeyen bir ruh durumuna girileceğini” vaaz etmeye başladı. Eğer, müritler ruhlarını tarîkate teslim ederlerse, dünyasal zevkleri tatmayı hep sürdürecekler, yiyip içip keyif süreceklerdi… Tarîkat dışında hiç bir bağlılığa gerek yoktur. Gizli işaretimizle kendini tanıtamayan herkesi öldürmek hakkımızdır.”
Afganistan’da Rûşenî tarikatının son dini-askeri liderinin ölümünden kırk yıl sonra, aynı isimde bir örgüt (İlluminati’ler) Ingolstadt Üniversitesinde kilise yasası profesörü olan Adam Weishaupt tarafından Almanya’da kuruldu. Tarihlerin yakınlığı ve öğretilerin benzerliği, Bavyera’lı İlluminati’leri Afganistan’dakilere bağlamaktadır.” Arkon Daraul, Secret Societies
(2) Adam Weishaupt
“Gerçeğin baskılarına boyun eğip, kendini sınırlarına hapsetmektense, onsekizinci yüzyıl insanı hayaletlere sığınmayı yeğledi. Özlemlerini, sahtekârlar ve büyücülerin sunduğu mucizelerle tatmin etmeye kalkıştı. Maddeden kaçarak, kendi varoluşunu inkâr etti…Tüm bir kültür yerle bir oldu.” A. Viatte, Les Sources Occultes du Romantisme: Illuminisme – Theosophie
“Adam Weishaupt, Jean Jacques Rousseau gibi radikal fransız filozoflarının düşünceleri ile Hıristiyan karşıtı Maniciler’in öğretilerini birleştirdi. Weisthaupt, tüm Avrupa’yı dolaşıp kendine müritler arayan Kolmer adında kökeni belirsiz bir tüccar tarafından 1771 yılında Mısır okültizmi alanında eğitildi.” William T. Still, New World Order
“Parlak zekâ sahibi ve Cizvitlerce iktidarı ele geçirmek için gerekli komplo yöntemleri konusunda iyi eğitilmiş olan genç Weishaupt, dünyayı Roma’nın baskısından kurtacak bir örgüt kurmaya karar verdi. Bu örgüt, insanlığı Hermes’çi şehitlerin saf Hıristiyan imanına geri götürecekti. Weishaupt’un, yıllarca Mısır’da yaşamış ve Maniciliğin gizli sırlarını öğrenmiş olan Kolmer adında bir alman tüccar tarafından aydınlatıldığı bilinmektedir. 1771 Yılında, Weishaupt adına “İlluminati (Aydınlananlar)” dediği kendi “Perfectibilis (Yetkinler)” örgütünü beş kişi ile oluşturdu. Kendilerini reformcu özgürlükçüler ve mutlak eşitliğin savaşçıları olarak nitelendiriyorlardı.” Peter Tompkins, The Magic of the Obelisks
“Ingolstadt Universitesi profesörü Adam Weishaupt, karşılıklı yardımlaşma, öğütler ve felsefi tartışmalar sayesinde erdemleri ve ahlâkı yükseltecek, dünyanın düzelmesi için gereken temeli atacak ve kötülüğün egemenliğine engel olacak bir örgüt tasarladı. Bu amaçlar örgütün adından anlaşılıyordu: “Perfectibilis (Yetkinler)”. Daha sonra bu adın yerine, tam karşılığı “entellektüel olarak esinlenmiş kişiler” olan “İllüminati” adı kullanılmaya başlandı. Pek az aerodinamik bilgisine sahip olmasına karşın uçmaya kalkışan ilk kişilerden biri olan Weishaupt’un karakterinde alçakgönüllülüğe hiç yer yoktu. Diğer bir çok girişimciler gibi, Weishaupt da hareketine ilk itici gücü verebilmek için Masonluğun yardımına gerek duydu ve gençlik yıllarında Cizvitlere bağlı olmasına rağmen, 1777 yılında bir Mason locasına girmeyi başardı…Ancak, İllüminati hareketine pek yarar sağlamayan bu atılım, Masonluğu oldukça kötü etkiledi…”
“Weishaupt’un Baron Von Knigge ile nasıl ilişki kurabildiği konusunda bilgimiz yok. Kuzey Almanya’da yaşayan bir soylu olan Von Knigge, 1773 yılında aydınlandıktan sonra Masonluğa pek ilgi göstermemişti…Weishaupt, 1780 yılında Marki de Costanzo’yu İlluminati örgütünü yaymak için kuzeye gönderdi. Belki de, Von Knigge örgüt ile ilk ilişkisini bu şekilde kurmuştur.”
“İlluminati projelerini öğrendikçe Von Knigge’nin hevesi artıyordu. Nihayet 1781′de Bavyera’ya gidip tüm bilgileri doğrudan öğrenmek için Weishaupt’un çağrısını kabul etti…Von Knigge, yalnızca tüm aydınlanma derecelerini tamamlamakla yetinmedi, aynı zamanda örgüte tutku ile bağlanarak yaygınlaşmasına çabaladı. Önde gelen masonlardan J. C. Bode’yi kendi yardımcısı olarak örgüte soktu. İlluminati’ler kısa zamanda pek popüler oldu ve Almanya’nın en iyi, ama bazan da en kötü kişilerini bünyesinde toplamaya başladı. Üye sayısı iki bine ulaştığında, örgüt Fransa, Belçika, Danimarka, Polonya, Macaristan ve İtalya’ya yayılmıştı.”
Henry Wilson Coil, Coil’s Masonic Encyclopedia
“İlluminati, 1779 yılında, çoğu genç soylulardan ve din adamlarından oluşan 54 kişilik bir örgüttü ve dört Bavyera kentinde kolları vardı. Ancak, Katolik Bavyera’da ütopik amaçlarına doğrudan ulaşma olanağını bulamayacağını anlayan Weishaupt, önceden kurulmuş bir örgütü, Masonluğu perde olarak kullanmaya karar verdi… Bundan sonra, Johann Bode adında bir masonun da yardımı ile örgüt hızla gelişti ve Güney Almanya ve Avusturya’dan sonra Fransa ve Kuzey İtalya’ya yayıldı. Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi entellektüelleri saflarına çekti.” Peter Tompkins, The Magic of Obelisks
İlluminati, gizliliğe aşırı önem veren bir örgüttü. Üyeleri ve toplantı yerlerini klâsik adlardan oluşan kodlarla belirlemişlerdi; örneğin, Weisthaupt’un kod adı Spartakus, Von Knigge’ninki Philo idi, Eleusis şifresi merkez olan Ingolstadt’ı, Mısır ise Avusturya’yı belirtmekteydi. Tarihler de bir tür şifreleme ile belirleniyordu.” Henry Wilson Coil, Coil’s Masonic Encyclopedia
“Thomas Jefferson, İlluminati’leri gayretle savunuyor ve Weishaupt’u hevesli bir hayırsever olarak tanıtıyordu.” William T. Still, New World Order
“Weishupt, devlet ve kilise baskısı altında yaşadığı için, hem saf ahlâkın ilkelerini, hem de iletişimde gizliliğin gereğini iyi biliyordu. Tüm bunlar onun düşüncelerine gizemli bir hava vermekteydi… Eğer Weishaupt burada olsaydı ve insanları daha akıllı ve erdemli kılma çabalarının egemen olduğu bu ortamda yazsaydı, amaçlarına ulaşmak için herhangi bir gizli düzene gerek duymayacaktı.”Thomas Jefferson
“Sonunda İlluminati’ler iç ve dış huzursuzluklar ile kuşatıldılar. Weishaput, Von Knigge’nin hazırladığı ritüellerde yalnışlıklar buldu ve düzeltilmesini buyurdu. Bunun üzerine, canı sıkılan Von Knigge 1784 yılında örgütten istifa etti. Cizvitler başından beri örgütle mücadele ediyorlardı, neredeyse tüm din adamları İlluminati’lerin düşmanıydı ve öylesine yoğun bir çaba gösterdiler ki, Bavyera Elektörü 22 Haziran 1784 tarihli bir ferman ile örgütü kapattı. Üyelerin büyük kısmı tutuklandı ve Weishaupt dahil diğer bir kısmı da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı…Aynı ferman 1785 Ağustos’unda da yinelendi… Yalnızca İlluminati örgütü değil, Masonluk da Bavyera’da böylelikle silindi ve bir daha asla eski durumlarına kavuşamadılar. 18. Yüz yılın sonunda, İlluminati’ler tümüyle yok olmuşlardı.”Henry Wilson Coil, Coil’s Masonic Encyclopedia
“1785 Yılında Bavyera’da İlluminati örgütünün kapatılması, etkileri New England’a kadar ulaşan, öylesine büyük bir velvele yarattı ki, George Washington kuşku içinde kalan Amerikalı masonlara teselli verme gereğini hissetti.”
“Gerçekten de İlluminati’ler, istemeden de olsa, çağdaş komplo kuramlarının doğması için bir fırsat yaratmış oldular. Toplum için oluşturdukları ileri sürülen tehlike aşırı abartıldı ve İlluminati’lere karşı bir yayın salgını başladı. Gizliliğe verdikleri önem, önemli kamu görevlilerini üye yapmak için gösterdikleri ısrarlı çabalar, bir kaç yüksek dereceli üyenin dışında gerçek toplumsal amaçlarını saklamaları İlluminatileri yalnızca Alman muhafazakârları için değil, tüm Avrupa kamuoyu gözünde umacı durumuna getirdi. Dört yıl sonra Fransız Devrimi başladığında, Bavyera’lı İlluminati’ler hakkındaki mitler, merkezinde Tampliyeler’in bulunduğu daha kapsamlı ve geniş bir komplo kuramına dönüştü.”Peter Partner, The Murdered Magicians
Günümüzde “komplo kuramı” adı verilen yaklaşım, İlluminatiler’i suçlayan ve pek uzun bir komplocular listesi ile bağlantıda olduklarını iddia eden makaleler, broşürler ve kitaplar dalgasının bir ürünüdür. İlluminatilere yöneltilen suçlamaların boyutu, aleyhlerinde yazılmış bir kitabın adından kolaylıkla anlaşılabilir: “Avrupa’nın Tüm Hükümetlerine ve Dinlerine Karşı Komplonun Kanıtları: Masonların, İlluminatiler’in ve Okuma Derneklerinin Toplantıları”… İlk olarak 1800′lerde çıkan bu kitap, 1967 yılında John Birch Yayınevi tarafından bir kez daha yayınlandı ve İlluminatiler bugün için de açık ve güncel bir tehlike olarak nitelendiler.

HEDEF KUDÜS BAŞKENTLİ TEK DÜNYA DEVLETİ KURMAK

“İç çember” üyelerinin ortak özelliği Dış İlişkiler Konseyi, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Mahson Tarikatı, Kafatası ve Kemir Tarikatı, Aspen Enstitüsü, Malta Şövalyeleri, Opus Dei, Roma Kulübü, Bohemian Grove, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Federalleri üyesi olmalarıdır.
İlluminati Komplosu’nun nihai hedefi ise başkenti Kudüs olan bir dünya devleti kurmaktır.
Yılda bir kez biradaya gelen İlluminati üyeleri, hedefledikleri dünya devletini kurmak için planlar yapıyorlar. Bu planların bir kısmı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
·         Ekonomik krizler çıkararak, ülkeleri sömürmek,
·        Savaşlar çıkarmak,
·     “Daha Fazla Savaş” ilkeleri gereği savaşların sürekliliğini sağlamak,
·    Çeşitli hastalıklar icat etmek, (AIDS ve HIV’in ABD’deki askeri araştırma laboratuvarlarından dünyaya yayıldığı iddia ediliyor.)
·         Nüfus azaltıcı çalışmalar yapmak,
·         Etnik temizliği ve soykırımları desteklemek,
·       11 Eylül örneğinde olduğu gibi terör yaratarak, “anti-terör yasaları” çıkarmak…
   
İlluminatı’nın ilkelerinden en önemlisi “Kaostan kaynaklanan düzen”dir. Bu yüzden kendi düzenini çıkarmak için sürekli kaos yaratmak zorundadır.
ROTHSCİLD’İN MERKEZ BANKASI KENNEDY SUİKASTİ

Başını, asırlardır küresel tefecilikle geçinen ve bu yolla trilyon dolar mertebesinde bir servete erişen Rothschild ailesinin çektiği (Ki bu öyle böyle bir aile degildir. Herkesin ABD Merkez Bankası sandığı Federal Reserve Bank dahi bu aileye aittir ve I. ve II. Dünya Savaşlarında ülkelere borç vermişlerdir.) bir grup ultra zengin insanın;
    ·    Dünyada tek yönetim,
   ·  Tek para birimi,
   ·  Tek kanun,
   ·  Tek din
öngören ve bu uğurda çalışan örgütü başa getirmektir. Çok çetrefilli bir yapılanması vardır ve toplum mühendisliği konusunda gerçekten ’aşmış’ bir örgüttür.
Amerikan doları üzerindeki piramit ve gözden oluşan tasvir aynı zamanda bu örgütü temsil eder. Zaten Amerikan dolarını da Rothschild ailesinin sahibi olduğu Federal Reserve Bank basmakta ve faiz karşılığı (evet yanlış okumadınız) Amerikan hükümeti hazinesine vermektedir.
Ne garip bir tesadüftür ki, gerçek bir Merkez Bankası kurmayı önererek bu bankayı by-pass etmeye kalkan John F. Kennedy suikaste kurban gitmiş ve 5 ay sonra durum eskiye döndürülmüştür. Dünyanın olay adamı, ünlü spekülatör George Soros’un aslında perdenin arkasındaki bu amcaların maymunu olduğu rivayetleri vardır. (Bkz. JP Morgan Bank)
Yine çok ilginç bir iddiadır ki, milletimizin belini büken 2001 krizi bu örgütün İstanbul Borsasındaki milyarlarca dolarını yurtdışına çekmesiyle patlak vermiştir.
YUVARLAK MASA GRUPLARI

Yeni araştırmacıların, İllüminati şebekesinin ilk bölümlerinden biri olarak keşfettiği kısmı da, “Yuvarlak Masa” isimli İngiliz-asıllı gizli örgüte bağlanan organizasyonlar grubudur. Bu grup, Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon, ve Roma Klubü isimli organizasyonlardan oluşmaktadır.
Bu şebeke, İllüminati’yi en güçlü şekilde ifade edebilecek olan şebeke değildir. İllüminati ağı içerisinde birçok seçkin grup vardır, fakat bu “Yuvarlak Masa” organizasyonları, İllüminati Planı’nın gündelik politik, ekonomik, iş dünyası, ordu (özellikle NATO), eğitim ve diğer tüm alanlardaki beyin yıkamalarında anahtar rolü oynamaktadır.
Yuvarlak Masa, 19. yüzyılın son zamanlarında (İllüminati’nin faal merkezi) Londra’da yaratılmıştı. İlk resmi lideri, Güney Amerika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes idi. Teoriye göre, şu anda siyah insanlar Afrika’daki politik kontrolü ellerinde bulundurmalarına rağmen, esas kararlar, hâlâ daha, siyah başkan ve lider kuklaları aracılığı ile Avrupalı ve Amerikalı seçkinler tarafından verilmektedir.
“Bağımsızlık” bir hayaldir. Rhodes, bir kabileyi diğer kabileye karşı oynatmıştı ta ki tümü birbirlerini savaşta yokedene ve böylece Rhodes ve İngiliz’in yönetimi devralmasını sağlayana dek. Bu, hâlâ daha, günümüzde Afrika’da sürmekte olan çatışmalarda aynen olmaktadır…
Rhodes,Yuvarlak Masa’nın amacının İngiltere tarafından (İngiltere merkezli İllüminati tarafından) kontrol edilen bir Dünya Hükümeti kurmak olduğunu söylemişti.
Rhodes, Yuvarlak Masa’nın resmi öncüsü olmasına rağmen, esas sermayeyi sağlayan ve kontrol edenler, birçok global komplonun merkezinde yer almış olan bankacılık hanedanı Rothschild Ailesi idi.
Rothschildlar yahudi olduklarını iddia etmektedirler fakat yahudileri herkesten fazla sömüren ve onların beynini yıkayan da Rothschildlar’dan başkası değildir!
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Yuvarlak Masa’nın ABD ve İngiltere’deki gizli seçkinleri, kendi hükümetlerinin savaş konseylerindeki başrole sahip kişilerdi. Belgelerle de ispatlanabileceği gibi, bu kişiler global çatışmaya yol açacak olayları yaratmak için beraber çalışmışlardı.
SORUN ÇIKAR, ÇÖZÜM SUN!

Problemi-yarat-sonra-çözümü-sun teknikleri sayesinde, global statükoyu bu savaşla yoketmek ve böylece dünyayı, savaş bittikten sonra, kendi Planlarının öngördüğü imaja göre yeniden çizme şansını yakalamak istiyorlardı. Ve bunu da aynen yaptılar. Savaştan sonra, dünyadaki güç, savaştan öncesine göre, daha da az birkaç kişinin eline verilmiş ve indirgenmişti, ve bunu yine kendilerinin yarattığı İkinci Dünya Savaşı ile de daha öteye götürüp geliştirdiler. Bu durum, bugüne dek sürdü, ve aslında, her geçen dakika daha da hız kazanmaktadır.
1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda biraraya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House, ve Bernard Baruch gibi şahıslar, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı savaşın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğini karar vermeye başladılar.
Almanya’yı ödenilmesi imkansız tazminatlara tabi tuttular, ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü arasında, kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu.
Ayrıca, İllüminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg(Bil) -Dış İlişkiler Konseyi(DİK) -Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu(KUİK) -Üçlü Komisyon(ÜK) şebekesini oluşturma işlemlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da karar verdiler ki Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi.
Versailles Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild klonları ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti”; İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti”; Fransız lider Georges Clemenceau, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti”.
Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi 1921 yılında, ve bunları takip eden Bilderberg Grubu (1954) , Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon (1973) kuruldu.
Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’lar, Rockefeller’ler ve İllüminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir.
Bu organizasyonların, üyeleri arasında global politika, iş dünyası, bankacılık, medya, “eğitim” ve diğer alanlardaki en yüksek mevkili insanlar bulunmaktadır. Bunlar, görünüşte bağlantısız ülkeler, politik partiler ve kuruluşlar aracılığı ile, halkların bilgisi dışında, ayni global siyasetleri, planlı bir şekilde düzenleyen kanallardır. Malta Şövalyeleri, Masonlar gibi diğer gizli örgütlerin yüksek konumları da, bu Yuvarlak Masa ağına bağlanır. İşte illuminati hanedanlığı üyeleri;
1. Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),
2. Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.),
3. Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),
4. Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
5. Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
6. Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
7. Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
8. Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),
9. Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
10. Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),
11. Weyerhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
12. Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),
13. Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki aile),
14. Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
15. Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
16. Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),

KURU KAFA VE KEMİKLER TARİKATI (SKULL BONES)

SBS (Skulls and Bones Society) toplumdaki hemen her yapıya girmiştir. Bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, İş ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapıcı kurullar, Mahkemeler vb. vardır. SBS’nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazların dünyadaki hakimiyetini saşlamaktır. İdeolojisi oldukça faşistir ve her iki dünya savaşında da bu cemiyet çok önemli roller oynamıştır. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni’nin yaratıcısıdır.
Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD başkanı, oğul Bush) bu örgütlerin bir entrikasıyla ABD başkanlığına getirilmiştir. Her ikisi de SBS üyesidir.
Bu hanedanlığın üyelerinin sayıları 10 veya 13 veya 15’tir; ama kesin bir sayı söylenememektedir.
Örgütün bazı operasyonları aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
1. Hükümetleri ve diğer resmi görevlerdeki insanları kontrol altına almak için para ve zaten büyük bir eğilim arz eden seks ticareti kullanılacak.
2. İllüminati bu amaca yönelik Dünya’nın her yerinde başarılı ve üstün yetenekli öğrenciler yetiştirmek için kolej ve üniversiteler açacak.
3. Teşkilat içinde başarılı isimler hükümetlere, dini ve mali kurumlar içine yerleştirilecek ve ajan olarak kullanılacak.
4. Son derece etkili medya kurumları kuracak ve sorunların çözümleri için tüm dünya tek bir devletin gerekliliğine ikna edilecek.
5. Bu noktada son aşamaya gelinecek, her türlü silah ve asker kullanılarak, tüm ulusal devletlere meydan okunacak ve halklar sadece İllüminati tarafından kontrol edilen bir iktidarın denetimine girene dek savaşılacak. (Masonların teşkilatına ihtiyaç vardı. En etkili isimleriyle temasa geçilecek ve localarında yer açılacak.)
6. Katolik mezhep içine sızılacak ve yok edilecek.
Çünkü Papa’nın etki alanında en az 1 milyar var, dünyada onun kadar etkili kimse yok. Vatikan’a KGB ajanlarıyla sızıldı ve bazı kardinallere önce yardımcılarını şantaj yoluyla kafesleyip ulaşıldı ve Papa süikastlerinin üstünü örttürecek kadar kullanıldılar. Kiminiyse Venedik’ten şaibeli yolla alınan Vatikan Bankası yoluyla.
Bu arada SSCB’yi ve KGB’yi başından beri kukla gibi kullanan yine İllüminati’ydi. Yani “Soğuk Savaş” tam bir tavşana kaç, tazıya tut tiyatrosuydu.
KGB siyasi, kültürel, mali, dini konularda istihbarat sağlarken, onun alt birimi GRU bu amaçlar için Askeri istihbaratta uzmanlaşmıştı. GRU’da herkes kitle imha silahları konusunda uzmandı ve günü geldiğinde herkes elinde bir çantayla bir nükleer bomba olacaktı. Onun da alt birimi Spetnas nokta operasyonları işine bakıyordu.
Aynı tarihlerde ABD Başkanı olan Franklin Roosevelt 1932’de Doların üzerine İllüminati’nin sembolü olan meşhur tamamlanmamış piramidi koydurttu.

YUVARLAK MASA TEORİSİ

YUVARLAK MASA 
İllüminati şebekesinin temel amacı bütün dünyayı tek merkezden yönetebilmek için eli her tarafa uzanabilen bir ağ oluşturmaktı. Fakat bunun gerçekleşmesi için birbirleriyle irtibatlı birtakım alt mekanizmaların oluşturulmasına ihtiyaç vardı. İşte bundan dolayı bir Yuvarlak Masa (The Round Table) teorisi geliştirildi.
Bu teoriye göre şekillendirilecek organlar, üstlendikleri görevlere göre kendi aralarında bir irtibat ağı kuracak, bilgi alış verişinde bulunacak ve dünya ülkelerini yönlendirecek politikalar geliştireceklerdi. Yuvarlak Masa organlarının elemanları kendi ülkelerinde etkili kişiler olacaklardı.
Yuvarlak Masa teorisi ilk olarak 1877’de John D. Rockefeller, Cecil Rhodes, John P. Morgan, Andrew Carnegie ve Mayer A. Rothschild’dan oluşan beşli tarafından ortaya atılmıştır. Bunların hepsi de İllüminati şebekesinin üyeleriydi ve üçü yani Rockefeller, Morgan ve Rothshild yahudi kökenliydi.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI BAŞLATAN İLLÜMİNATİ KOMPLOLARI

Yuvarlak Masa’nın seçkin üyeleri, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ülkelerindeki savaş komitelerinde önemli görevler üstlenmişlerdi. Bu kişiler siyaset sahnesinde, birbirlerine zıt ülkeleri temsil ediyor ama Yuvarlak Masa’da bir araya gelebiliyorlardı. Bu kişilerin savaşın şartlarını ve sebeplerini kendi elleriyle hazırladıkları, Birinci Dünya Savaşı’nın arkasında duran gerçeklerin altını kurcalama zahmetine katlanan araştırmacıların dikkatinden kaçmamıştır. Bu kişiler savaş esnasında da ülkelerinin savaş komitelerindeki üst görevlerini sürdürmüşlerdir.
Savaş sonrasında ortaya çıkan şartlar İllüminati şebekesinin hesap ve planlarına daha da uygundu. Savaşın ateşini yakan ve dört yıl boyunca üzerine gaz döken Yuvarlak Masa üyeleri, 1919’da Fransa’nın başkenti Paris yakınlarında Versailles Barış Konferansı’nda bir araya gelmiş ve savaş sonrası şartlarda dünyaya nasıl şekil verebileceklerini tartışıyorlardı.
Bu toplantıda bir araya gelen Alfred Milner, Edward Mandel ve Bernard Baruch, Yuvarlak Masa’nın seçkin üyeleriydi ve zaten kendilerinin çıkardığı savaşın ortaya çıkardığı şartları değerlendirme konusunda görüş alış verişinde bulunuyorlardı. Bunlardan Alfred Milner, Yuvarlak Masa’nın lideriydi. Konferansa katılanların birçoğu, daha önce sözünü ettiğimiz ünlü banka hanedanı Rothschild ailesinin fertleri tarafından önerilmişti. Bu ailenin Yahudi azınlığa mensup olduğunu daha önce belirtmiştik.
Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması ile ilgili politikaların geliştirilmesinde karanlık gizli örgütlerin önemli rolü olmuştur. Versailles Barış Konferansı’nda alınan kararların arasında da Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması vardı….
İLLUMİNATİNİN DERECELERİ

İLLUMİNATİ DERECELERİ













1. Çırak,
2. Kalfa,
3. Usta,
4. Gizli (Hafi) Usta,
5. Kamil Usta,
6. Sır katibi,
7. Nazır Hakim,
8. Bina Emini,
9. Dokuzlar Müntahibi,
10. Onbeşler müntahibi,
11. Onikiler müntahibi,
12. Usta Mimarlar,
13. Royal Architekt de Salodon,
14. Müntahibi Kamil,
15. Şark Şövalyesi,
16. Kudüs Prensi,
17. Şark ve Garp Şövalyesi,,
18. Salib verdi Şövalyesi,
19. Alî (Yüce) İskoçyalı,
20. Mehafili Muhtereme Üstadı,
21. Prusya Şövalyesi,
22. Lübnan Prensi,
23. Sanduka-i Esrar Reisi,
24. Tünç Yılan Şövalyesi,
25. İskoçyalı Papaz,
26. Mabed Şövalyesi,
27. Güneş Şövalyesi,
28. Sent Andre İskoç Şövalyesi,
29. Kadüsen Şövalyesi,
30. Müfettişi Azam,
31. Sırrı Hafi Prensi,
32. HAKİM MÜFETTİŞ UMUMİ AZAMI.

Bu dereceleri kazanırken takip edilen zamanlar:
1 : 2 Beş Ay
2: 3 Yedi Ay
3. 4 Dokuz ay
1. 5 Üç ay
5 : 9 Üç Ay
9: 14 Beş Ay
14: 15 Üç Ay
15: 17 Üç Ay
17: 18 Yedi Ay
18: 22 Beş Ay
22: 27 Yedi Ay
27: 29 Beş Ay
29: 30 Yedi Ay
30: 31 beş Ay
31: 32 Yedi Ay ki,
Toplam 7 Sene (81 Ay).
Bir de derecelenmenin sıralamasına bakarsak; bu 33. derece arasında Türkiye’de sadece “15” derece var olduğunu görürüz. Altıdan dokuza, dokuzdan on dört’e kadar derece yoktur, boş bırakılmıştır! On dört, On dokuz, Yirmi ve Yirmi bir yoktur. Yirmi ikiden Yirmi Yedinci’ye kadar yoktur. Yirmi sekiz, Yirmi dokuz yoktur.
GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK YER ALTI ÖRGÜTÜ – (özet)

İlluminati, kimilerine göre komplo teorisi, kimilerine göre ise dünyayı yöneten güç. Ve “Liderinin adını verirsem sizi de beni de yaşatmazlar.” diyen yazarlar, dünyanın en eski ve en tehlikeli yeraltı örgütü.
Yüzyıllar boyu dünyanın pek çok ülkesinde değişik isimlerle ortaya çıkmışlar. Avrupa’nın birçok ülkesinde, Amerika’da, hatta Türkiye’de bile… Zaman zaman seri cinayetler işleyen, ancak düşünsel anlamda da önemli fikirler ortaya koyan bu örgütü daha iyi anlamak gerekiyor.
İlluminati, “aydınlanmış” demek. Bu kelime ilk kez 1492′de, İspanya’dan Yahudilerin ve Müslümanların çıkartılması sırasında duyulmuş. Bu kişilere “aydınlanmış kişiler” denmiş. Örgütün resmi kuruluş tarihi ise 1776. Adam Weishaupt adında 28 yaşında bir hukuk profesörü tarafından, Bavyera’da bir Alman teşkilatı olarak ortaya çıkmış. İlluminati’nin idealleri arasında, insanların inançları ve yaşam biçimleri üzerine ipotek koyan bir dine ve onun yaygın örgütlenmesi olan Kilise’ye hiçbir biçimde yer yok. Hatta, ülkeler ve sınırların varlığı da dışlanmakta, tek bir “uluslararası insan kardeşliğinin altı çizilmekte.
İlluminati için, Da Vinci Şifresi’nde de sık sık adı geçen Gül ve Haç Tarikatı’nın bir alt kolu diyebiliriz. Bu tarikatın bir operatif tarafı var, bir de spekülatif tarafı… Operatif kolu icraata dayalı… Suikastler yapan, adam öldüren bu kol.
DOLAR’DAKİ İLLUMİNATİ

AMERKAN DOLARI İLLUMİNATİ










ABD dolarının arka yüzünde gördüğünüz “Piramitin içindeki göz”ün, İlluminati örgütünün amblemi olduğunu biliyor muydunuz? “Her yerde sizi gözlüyoruz” der…
Piramitin üstünde Roma rakamlarıyla yazan 1776, İlluminati’nin kuruluş yılıdır. “Novus Ordo Seclorum” ise “Yeni Dünya Düzeni” demektir.
KURULUŞ AMAÇLARI NEYDİ?

Tarikatın spekülatif kısmına bakarsak… Özellikle Vatikan’a karşıydılar. Pagan geleneğe bağlıydılar, İlluminati, tarih boyunca iki büyük teşkilatın ortasında yer aldı: Bir yandan Gül ve Haç, diğer yandan Mason Teşkilatı.
İlk yıllarında; bir “entelektüeller kulübü” olmaktan öteye gidemeyen İlluminati, yıllar ilerledikçe Baron Adolf Vön Kntgge ile işbirliği yaparak (1778) saflarına Mason localarını da katmaya başlar. Birçok akademisyen, tüccar, entelektüel teşkilata katılır. Kimisi dinsel, kimisi ticari, kimisi ise düşünce özgürlüğü fikrine tav olur. Kurucuları arasında Goethe gibi “krema tabakasından” insanların olduğu gizemli örgüt artık çok güçlü ve etkin bir hale gelmiştir.
1782′de Masonların spekülatif kısmı bir kongre toplayıp bu örgütün çok tehlikeli olduğunu, amaçları arasında kiliseyi, papayı, kralları yok etmek olduğunu tartışır. Gerçekten de İlluminati’nin amacı Cumhuriyet ilan etmektir. Hedefe ulaşmak için ordu komutanını, gerekirse kralı bile öldürmeyi seçmiş, Cumhuriyet sevdalılarıdır bunlar, ilk ulus – devlet girişimleri de diyebiliriz. “Biz ne kral, ne de Papa istiyoruz. Biz meclis ve anayasa istiyoruz.” demektedirler.
Knigge, örgütü tehlikeli bulup ayrılır. Ve Fransız İhtilâli’nde büyük rol oynar. İlluminati’nin üyeleri ise teker teker tutuklanmaya başlar. Kurucusu Weishaupt üniversiteden atılır. Kısa sürede İlluminati adı yok olur. 1790 yılından itibaren yeraltına iner…
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI DA İLLÜMİNATİ ÖRGÜTÜ BAŞLATMIŞ

Yıllar sonra İlluminati ile yeniden tanışır insanoğlu. Bu sefer Fransa’da, Blanqui adında birinin liderliğinde… Blanguist’ler 140 suikast yapar, dehşet saçar. 1890′da liderlerinin yakalanıp idam edilmesiyle teşkilat yok olur gibi gözükür. Ama çok geçmeden İllüminati örgütü “Four Seasons” (Dört Mevsim) adıyla yeniden kurulur. Doğru tahmin ettiniz, bildiğiniz Four Seasons Oteller zinciri… Bunlar ise 1930′larda Hitler’e destek olurlar. Hatta Münih’teki Dört Mevsim Oteli’ni Hitler’in karargâhı yaparlar.
Avrupa’nın bir yanında illuminati değişik adlarla devam ederken, diğer yanında da örgütün diğer kolları, bambaşka isimlerle kurulur… Mesela Yugoslavya’da “Black Hand” (Kara El) adıyla… Birinci Dünya Savaşı’nı bu örgüt başlatır. Ferdinand’ı 1914′te birsuikastle öldürürler. Kara El’in devamı niteliğinde bir diğer illuminati teşkilatı ise Romanya’daki Kırık Ok olur. Faşist bir teşkilattır ve günümüzde de özellikle liderleri Miloseviç ile oldukça etkili olur. Teşkilatın Rusya’daki adı ise Skoptsky… Kadın üyeleri de olan bu örgüte girmek isteyen kadınlar, sol meme uçlarını kesmek zorundadır. Böylelikle kadınlıktan çıkarlar.
 İLLÜMİNATİ TARİKATI ÜYESİ ABD BAŞKANLARI 
ABD’ye gelirsek… 1930′ların Amerika’sında Başkan Roosevelt, illuminati’nin bir kolu olan “Ancient Arabic Order of Nobles and Mystics” adlı tarikata üyeydi ve “Pythias Şövalyesi” unvanını taşıyordu. Bu tarikatın, Hz. Muhammed’in sahabesine mensup bazı kişiler tarafından kurulduğu ve bünyesinde sadece Müslümanların değil, Hıristiyan ve Yahudilerin de yer aldığı biliniyor. Amblemi ise Bengal kaplanının pençesiyle koruduğu bir hilâl ve bunun içine yerleştirilmiş bir ters piramit… Ve onların yanına konmuş bir Pentagram…
Peki ABD başkanı George W. Bush’un da illuminati’nin bir kolu olan Skulls and Bones’un (Kurukafa ve Kemikler) bir üyesi olduğunu duymuş muydunuz?
Kimilerine göre bütün bu anlattığımız hikayeler, seri halde uydurulmuş komplo teorileri… Kimilerine göre ise dünyayı yöneten güç illuminati… Örgüt isimleri sürekli değişse de değişmeyen şey illuminati’ye asla sıradan insanların katılamayacağı… Bir de nihai amaçları hiç değişmiyor: Dünyaya hükmetmek!
DAN BROWN “MELEKLER VE SEYTANLAR’DA KONU ETTİĞİ GİZLİ ÖRGÜTÜ ANLATIYOR”

Gelmiş geçmiş en büyük yeraltı örgütü
– Dünyanın en büyük gizli örgütünü kitabınıza konu etmek nereden aklınıza geldi?
– Bir grup bilim adamıyla italya’da bir geziye katılmıştım. Otobüsle bir tünelden geçerken rehberimiz bu tüneli, zamanında Papa’nın saldırılardan kaçmak amacıyla kullanmak üzere kazdırdığını anlattı. Dönemin dehşet saçan gizli örgütü llluminati’den korunmak için Papa bunun gibi birçok tünel kazdırmış. Daha sonra bu örgütle ilgili araştırmalar yaptım.
– Neler öğrendiniz?
Din karşıtı olduklarını ve bilim adamları tarafından kurulduğunu… Ve yüzyıllar boyu yeni bir dünya düzeni kurmak için çalıştıklarını… İlluminati, Avrupa’nın her yerinde cinayetler işlemiş.
– Elinize örgüt ile ilgili somut bilgiler geçti mi peki?
Hâlâ var olduğuna inananlar var. Küresel politikada büyük bir güç olduğuna da… Kimi zaman Masonlarla bağlantı halindeler, kimi zaman Satanik örgütlerle, kimi zaman ise Mazilerle… Sanki her yerde elleri var. Nihai amaçları Vatikan’ı yok etmek. O kadar çok ve değişik bilgi var ki, hangisi doğru, hangisi değil, ayırt etmek mümkün değil. Bir takım tarihçilere göre bu, bilinçli olarak bizzat İlluminati’nin kafa karıştırma metodu…
ARAŞTIRMACI YAZAR AYTUNÇ ALTINDAL ANLATIYOR

“Liderin adını verirsem sizi de beni de yaşatmazlar.”
İlluminati hakkında Türkiye’de pek bir eser yok. Eldeki en somut bilgiler ise araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın kaleminden yazılmış “Gül ve Haç Kardeşliği” adlı kitapta toplanmış.
Altındal’la buluşup, İlluminati’nin özellikle Türkiye’deki icraatlerini konuştuk. Altındal, yıllar boyu Gül ve Haç’ın Türkiye’de örgütlendiğini isimler vererek anlattı. Hatta şu an bile teşkilatın bir lideri olduğunu söyledi ama onca ısrarımıza rağmen isim vermedi. “Eğer isim yazarsanız ne sizi ne de beni yaşatmazlar” diyen Altındal’dan, teşkilatın şu anki liderinin sadece ünlü bir hukukçu olduğunu öğrenebildik.
Altındal, İstanbul’daki Gül ve Haç temsilcilerinin yıllar boyu Teşvikiye’yi merkez tuttuklarını ve semtteki birçok binada illuminati’yle direkt bağlantılı olan Gül ve Haç Teşkilatı’nın izleri olduğunu da anlattı. Bu izlerden örnekler istedik. Cadde üzerindeki İzmir Apartmanı’nı gösterdi bize. Binanın girişindeki gül işaretlerini ve üstteki iki katın mimarisine dikkat etmemizi istedi. Binanın en üst iki katı gerçekten de bir mabed gibi inşa edilmiş. “Bu bina, Gül ve Haç’ın 1912′ye kadar merkeziydi” diyen ünlü yazar, hemen bu apartmanın karşısında, yine gül kabartmalarıyla dolu liseyi gösterdi: “Eskiden burası Gül ve Haç lideri Kont Bernardini’nin konağıydı…”
TÜRKİYE’DEKİ GÜL VE HAÇ ŞOVALYELERİ

-İlluminati ile Gül ve Haç teşkilatı yüzyıllardır içice geçmiş. Peki son 100 yıl içinde Türkiye’deki Gül ve Haç şövalyeleri kimler?
Altındal başladı sıralamaya:
·        1861′de Halim Paşa,
·      1909 – 15′te Aziz Ahmet Paşa,
·      1928 – 31 ‘de Yargıtay Başkanı Fuat Hulusi Demirelli,
·      1945 – 55′te Doktor Mim Kemal Öke,
·      1955 – 67′de Prof. Hazım Atıf Kuyucak,
·      Onun isteğiyle şövalye olan DP milletvekili Ekrem Tok,
·      1975 – 84′te Prof. Mukbil Gökdoğan,
·      1984 – 95′te Prof. Sahir Erman,
·      1966 – 67′de Dr. Enver Necdet Egeran,
·      İçişleri eski Bakanı Şükrü Kaya,
·      Dışişleri eski Bakanı Tevfik Rüştü Araş,
·      Ankara eski Valisi Nevzat Tandoğan,
·      İstanbul eski Valisi Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay,
·      Meclis Başkanı Kazım Özalp,
·      Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar,
·      Özbekler Tekkesi Şeyhi Ataullah Efendi,
·      Amiral Mehmet Ali Paşa,
·      yazar Servet Yesari,
·      Başbakan Hasan Saka,
·      Devlet Şûrası eski Başkanı Mustafa Reşit Mimaroğlu…”

Bunların tamamı 33 derece Masondu. Kimi Kadoş Şövalyesi, kimi Tunç-Yılan Şövalyesi, kimiyse Gül ve Haç Şövalyesi unvanını taşıyordu. Ama Türkiye bu kişilerin gerçek kimliklerini hiçbir zaman bilemedi.”