Wikipedia

Arama sonuçları

30 Kasım 2012 Cuma

Dropa Diskleri

Dropa hikayesi 12 bin yıl sonra aynı yerden yeniden başladı fakat bu kez takvimler 1938 yılını gösteriyordu. Olayların cereyan ettiği yer tam olarak Çin ve Tibet sınırlarındaki Baian Kara Ula dağlarıydı. Pekin Üniversitesi arkeoloji profesörlerinden Chi Pu Tei bir grup öğrencisiyle Himalayalar’daki mağaraları inceliyordu, mağara duvarlarında diğer tarih öncesi mağara resimleriyle hiç alakası olmayan çizimler vardı. Bu mağara duvarlarındaki güneş ay ve yıldızların çok gerçekçi çizimleri bulunuyordu. En şaşırtıcı keşif ise Dropa taşlarıydı. İlk bulunan taş öğrencilerden birinin ayağına takılınca ortaya çıkmıştı, taş bir disk şeklindeydi. Disk o kadar simetrikti ki biri tarafından ustalıkla şekillendirilmiş olmalıydı. Yaklaşık 30 santim çapındaki diskin tam ortasında bir delik vardı. 10 ila 12 bin yıllık olduğu tahmin edilen taş Mısır piramitlerinden bile eskiydi.
Araştırma devam ettikçe toplan 716 disk bulundu. Her taşın üstünde hiyeroglifler vardı. Ancak mikroskop yardımıyla seçilen harfler yeryüzündeki hiçbir dile benzemiyordu. Taşlar kazı alanındaki diğer bulgularla birlikte Pekin Üniversitesi’nin arşivine kaldırıldı. Batı dünyası Çinli bilim adamının keşiflerini ciddiye almadı.
1962’de taşların kaderi değişti. Tarih Akademisi’nden Prof.Dr. Tsum Um Nui disklerin üzerindeki yazıyı deşifre etmeyi başardı. Yazılar kafa karıştırıcıydı. Profesörün araştırmasını yayınlaması yasaklandı fakat Nui 1964’te araştırmasını ülkeden kaçırarak bastırmayı başardı.
1964 yılında araştırma sonuçları yayınlandığında tek bir bilim adamı bile Nui’nin araştırmasını ciddiye almamıştı. Anlatılanlar bilinenlerden çok farklıydı. Eğer bu hikaye gerçekse bütün insanlık tarihinin baştan yazılması gerekirdi.
Dropa taşlarının üzerinde yazılanlara göre uzak bir gezegenden gelen bir uzaylı kabilesi mekiklerinin bozulması yüzünden günümüzden 12 bin yıl kadar önce Himalayalar’a iniş yapmak zorunda kalmıştı. Dropa kabilesinden gelen uzaylılar mecburen dağların içinde bulunan mağaralara sığındılar. Barışçıl olmalarına rağmen o sırada komşu mağaralarda yaşayan ilkel bir insan kabilesi olan Hamlar tarafından düşman kabul edilmişlerdi. Ham kabilesi üyeleri Dropalıları esir alıp bazılarını öldürdü. Nui’nin tercümesinden bir pasaj şöyle: “Dropalılar bulutların arasından inen ışıklı bir küre içinden yeryüzüne indiler. Kadınlar çocuklar ve erkekler olmak üzere bütün Dropalılar çevredeki mağaralara sığındılar. İnsanlar en sonunda Dropalıların işaret dilini çözünce niyetlerinin savaş olmadığını anladılar.” …

25 Kasım 2012 Pazar

Yeni Dünya Düzeni

Yeni Dünya Düzeni

Bu konuyu anlamak için bence önce hıristiyanlığı anlamak lazım.

Hz. İsa Yahudiydi (İsrailoğullarından). İnsanlara anlatmaya çalıştığı yeni bir dinden çok; yahudi din büyüklerinin, kendi çıkarları için dini nasıl saptırdığıydı. Dolayısıyla gerçek yahudiliği anlatmaya çalışıyordu.
Onun yaşadığı dönemlerde dünyaya ve Kudüse hakim olan devlet Romalılardı ve yahudi değillerdi. Yahudi din büyüklerinin Kudüsü yöneten Roma İmparatorluğunun valisini ikna ederek çıkarttıkları emir ile Hz. İsa (Ya da onun yerine onu ispiyon eden havarisi) yakalandı ve çarmıha gerildi.

Peki Hristiyanlığı kim yaydı?

Bu gün hristiyanlığın kutsal kitabının çoğu bu havarilerin hayatı; kendilerinin yaşadıkları ya da Hz. İsanın hayatı hakkında anlattıkları; Hz isanın sözleri olduğunu söyledikleri sözler; ya da dile getirdikleri kendi düşünceleridir.
Hristiyanlığın hızla gelişerek yayıldığı yer anadolu ve ilk devlet dini olduğu yerde Doğu Roma imparatorluğu yani Bizanstır.
Batı Roma imparatorluğunda etkili olması Hz. İsanın ölümünden 300-400 sene sonrasıdır.
Doğu hristiyanları Ortodoks mezhebindedir ve bağlı oldukları yer Fener Patrikhanesidir.
Batıdakiler ise Katolik mezhebindedir ve Vatikana bağlıdır.
Her ne kadar tek din gibi görünsede doğu ortodokslarla karşılaştırıldığında katoliklerdeki yobazlık tartışılamayacak kadar ortadadır.
Bir başka ayrıntıda Yahudiler ve Araplar Sami ırktandır dilleri aynı kökten gelir. Müslümanlık ta Yahudilik de(Dolayısı ile Hristiyanlık ta) İbrahim (Abraham) peygamberi referans alır.
Katolik inancı incelendiğinde Eski yunan ve Ege uygarlığının etkileri çok fazla görülebilir. (Roma imparatorluğunun örnek aldığı din ve devlet düzeni de aynı uygarlıktı.) Sanki roma devleti halk arasında çok fazla yayılan ve artık varlığına tehdit olarak algıladığı hristiyanlığı halkı kontrol etmek için kabul etmiş ve bu kontrole hizmet edebilmek için eski dini adetlerden çoğunu bu inanç sistemine entegre ederek kontrolü kolaylaştırmak istemiş gibi bir izlenim bırakıyor. Roma devletini, Doğu Roma halkının hristiyanlık inancında güç birliği yapıp Batıdan ayrılması çok etkilemiş ve zaten son donemlerini yaşayan Roma devletinin son çare olarak buna başvurmasını sağlamış olmalı.
Bu tarihten itibarende hristiyanlık iki kutuplu (Vatikan ve İstanbul) olarak devam etmiş; bu iki kutup arasında hakim güç olabilmek için sayısız komplolar entrikalar düzenlenmiş; savaşlar yaşanmıştır.
Yahudilik ve Hristiyanlık arasındaki en büyük farkta yahudi olabilmek ancak yahudi bir anne ve babadan (Sadece biri yahudiyse yahudi sayılmazsın) doğmakla mümkündür ama isteyen herkez hristiyan olabilir.
Peki nasıl oluyorda Yahudilerin dinine sapkın diyen bir peygambere inanan halk ile onların peygamberlerini öldüren halk ya da birbirlerini ret eden İstanbul ve Vatikan kardeş oluyor.Tabiki böyle birşey mümkün değil ve zaten tarih boyunca da olmadı. Haçlı seferleri sırasında yağmalanan ve insanları katledilen iki şehre (İstanbul ve Kudüs) bakınca bu hemen anlaşılıyor.

  Peki gizli örgütler bunun neresinde?

 
Ortaçağ Avrupasında hakim tek güç var Vatikan Papa Kralların kralı. Dini bu gün olduğu gibi bilen ve yorumlayanda sadece o. Onun gücünü temsil edende ülkelerin kralları, bu kralların en güçlüsüde Fransa kralı. Papanın emriyle kurulan haçlı ordusu kudüsü ele geçirip oraya hakim olduğunda oranı yöneticiliğini verdiği topluluk Kutsal Süleyman Tapınağını korumakla görevli Tapınak şovalyeleri. Okuduğum her makalede gördüğüm şu tüm bu örgütlenmeleri gelip bağladıkları ilk örgüt bu tapınak şovalyeleri.
Bir ilginç ayrıntı daha aynı dönemlerde anadoluda terör estiren çok hakim bir gizli örgüt var selçuklu sultanlarından birini yastığına saplanan bir bıçakla tehdit edecek kadar güçlü olduğu söylenen Hasan Sabbah ya da Haşhaşiler (Avrupa kaynaklarında Assasin). Bu örgütün elemanlarının o dönemde ortadoğuda hakim olan tüm devletlerin yöneticilerinin yanına kadar sızdığı ve hepsini tehdit ettiği söylenir.
Tapınak şovalyeleri ile ilgili iki efsane var birisi Haşhaşiler ile temas kurdukları ve onların örgütlenme biçimlerini öğrenerek uyguladıkları, ikincisi ise kudüsteki kutsal mekanlarda Hz. İsa ve havarileri ile ilgili çok önemli bilgi ve belgeler bulduklarıdır. Hz. İsanın sanılanın aksine evli olduğu hatta bir çocuğu olduğu ve kudüsten kaçarak avrupada (Fransada) yaşadığı iddiası bunlardan en sansasyonel olanıdır.
Ve bunlar sayesinde tapınak şovalyelerinin çok iyi örgütlendiği ve güçlendiği söylenir.Ne kadar iyi örgütlendikleri ve ne kadar güçlü olduklarına örnek olarakta avrupadan kudüse hacca gelmek hristiyanların üzerlerinde para taşımak yerine bu örgütün bulundukları şehirdeki temsilciliklerine para yatırıp karşılığında bir belge alarak kudüse oyle gittikleri ve bu belgeyi kudüsteki temsilcilikte makul bir komisyon karşılığında tekrar paraya çevirdikleri söylenir. Yani bildiğiniz seyehat çeki hemde yüzlerce yıl önce.
Bu şovalyeler tüm kudüs ve çevresinde Vatikanın tamsilcisi ve kılıcı oldukları için başka bir yöntemlede hacca gidebilmek mümkün değildir.
Bu kadar güçlenebilmelerini sağlayan bir başka unsur da avrupada yaşayan fakir köylüler. Fakir ama güçlü kuvvetli genç bir köylü için şovalye olmak demek itibar para ve güç kazanmak demektir. Yani tarihin her döneminde geçerli olan şeyler.

Peki ne olduda bu adamlar din düşmanı ya da Vatikan düşmanı oldu?

Bu gücün zirvede olduğu dönemler Fransanın da avrupanın hakimi olduğu dönemlerdir.Ancak bu o kadar büyük bir güç haline gelmişti ki artık Fransa kralını hatta vatikanı bile takmaz oldu; takmamaktan öte tehdit eder oldu. İşte dönüm noktasıda burasıdır. Ortaçağ Avrupasında yaşanan o cadı avlarının, insan yakmaların çıkış noktasıda budur. Fransa kralının Vatikanın desteğinide alarak bu örgüte karşı yürüttüğü büyük mücadele sonucu, örgüt yer altına inmiş ve gizliliği esas alarak farklı isimler ve yapılanmalarla devam etmiştir.
Kudüs hakimliğinin getirdiği bir başka önemli güçte bilimdir. Ortadoğuda yüzlerce yıldır pek çok farklı medeniyetin birbirine aktararak geliştirdiği bilimi öğrenmek şovalyelere Vatikan karşısında büyük bir avamtaj sağlamıştır.
Fransa kralının bu başarısı bir süre Fransayı en güçlü yapsada aslında kraliyetin çöküşünü hazırlayan olaydır. Çünkü yer altına inen bu örgütün bir numaralı hedefi fransa krallığı ve onun arkasındaki güç vatikandır. Bu uğurda müthiş bir mücadele verilmiş ve üçyüz yıl kadar sonra fransız ihtilali yapılarak amaca ulaşılmıştır.
Bu kadar büyük maddi güce sahip bir örgütlenmenin, elde ettiği sermayeyi mutlaka koruması gerekir. Bu sermayeyi taşıdığı yeni adres İngiltere olarak gösterilir. Bunun delili olarak iki önemli olay vardır. Avrupa finans merkezi yavaş yavaş Paristen Londraya taşınması ve Vatikana karşı kurulan ve Katolik mezhebine karşı en büyük güç olan Protestanlık her ne kadar Kuzey Avrupa ve Almanyada yayılsada İngiltere kaynaklı olmasıdır.
Tapınak şovalyeleri Fransada yaşadıkları deneyimden sonra farklı örgütlenmelerin içinde ya da başka isimler altında yeniden güçlenerek bu günkü avrupa medeniyetinin gelişmesinde çekirdek güç olarak yer aldılar demek çok ta hayalcilik olmaz. Ellerindeki en büyük güç sermayeleri ve bu sermayeyi kullanarak destekledikleri bilimdir. İçinde bulundukları (Ele geçirdikleri demek daha doğru olur.) en büyük örgüt duvar ya da inşaat ustalarının örgütü olan Mason Locasıdır. Bahsedilen dönemde Avrupada en geçerli ve yaygın meslek örgütü olan mason locası içerisinde yer almanın büyük bir hareket özgürlüğü sağlamış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun yanında Fransız ihtilali döneminde protestanlığın yayımaya başladığı dönemde İlluminati gibi bir örgütlenmenin kurulmuş olmasıda eski günlerin geri döndüğünün bir göstergesi olarak algılanabilir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım dine olan düşmanlığın nereden geldiğiydi.

1.Kabalistler/Christoph Colomb
2.Protestanlık.
3.Masonik hareketler/Parmasonlar.
4.Anglikan klisesi
5.Yale üniversitesindeki gruplar
6.Dezenfermasyon teknikleri ve psikolojik savaş

20 Kasım 2012 Salı

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi IV ( Kaçınılmaz Yüzyıl )

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi IV

Kaçınılmaz Yüzyıl

- MÖ 2123: Peygamber İbrahim Nippur´da doğar.
- MÖ2113: Ur, yeni imparatorluğunun başkenti ilan edilir. Ur-Nammu kral ve Nippur´un Vekili olur. İbrahim´in babası Nippur´lu papaz Terrah sarayda görev almak için Ur´a gelir.
- MÖ 2096: Ur-Nammu savaşta ölür. Halk, onun zamansız ölümünü, Anu ile Enlil´nin ihaneti olarak düşünür. Terah, Harran´a gitmek için ailesiyle yola çıkar.
- MÖ 2095: Shulgi, Ur´da krallığını ilan eder ama Inanna´nın çekiciliğine kapılarak onun aşığı olur. Larsa´yı Elaniteler´e verir.
- MÖ 2080: Ra/Marduk´a sadık Theban prensleri kuzeyi yani Aşağı Mısır´ı sıkıştırırlar.
- MÖ 2055: Nannar´In emirleriyle Shulgi, Elamite alayını Canaanite kentlerindeki kargaşayı bastırmak için gönderir. Elamiteler, Sinai Yarımadası´na ve buradaki roket alanına açılan geçite ulaşırlar.
- MÖ 2048: Shulgi ölür. Marduk Hititler ülkesine girer. İbrahim seçkin süvarilerinin başında Güney Canaan´ı emir altına alır.
- MÖ 2047: Amar-Sin (Kutsal Kitaba ait Amraphel) Ur´un kralı olur. İbrahim Mısır´a gider, yedi yıl kalır ve daha çok askerle geri döner.
- MÖ 2041: Inanna´nIn rehberliğiyle Amar-Sin, Doğu Krallığı koalisyonunu oluşturur ve ardından Sina ve Canaan´a askeri sefer başlatır. İbrahim, roket alanına giden geçitteki ilerlemeyi keser.
- MÖ 2024: Marduk yandaşlarını toplayarak Sümerliler´in üzerine yürür ve Babil´de tahta çıkar ve sonra savaşarak Mezopotamya´ya yayılır. Nippur´un tapınağını yıkar ve Enlil´in cezalandırılmasını ister. Enki karşı çıkar fakat oğlu Nergal, Enlil´i desteklemektedir. Nabu, roket alanını kuşatınca, Büyük Anunnaki nükleer silahların kullanılmasını onaylar. Nergel ve Ninurta, roket alanını ve asi Canaanite kentlerini nükleer güçle yok ederler.
- MÖ 2023: Rüzgarlar, radyoaktif bulutları Sümerler´in üzerine taşır. İnsanlar ve hayvanlar korkunç bir ölümlerle ölürler. Sular zehirlenir ve toprak verimsiz hale gelir ve Büyük Sümer uygarlığı sona erer.

Inanna´ye Övgü

Kutsal bir varlık, berrak gökte yapayanlız,
Bütün insanlar ona yönelik,
Tatlı bir merakla, göklerin merkezinden bakıyor,
İnsanlar Kutsal Inanna´dan önce gösteriş yapıyordu,
Akşamın kutsal kadını, yükseklerdeki Inanna,
Inanna, sana yaraşır övgüler sunuyorum,
Akşamın kutsal kadını, ufkun ötelerinde,
Gün batarken en parlak yıldız, ışığı göğü dolduruyor,
Akşamın kutsal kadını, cesaretle göklerden geliyor,
Tüm insanlar gözlerini onun gözlerine yükseltiyor,
Kutsal öküz boyunduruğunda onun için böğürüyor,
Canavarlar, bozkırlarda yaşayan tüm yaratıklar,
Şehvetli meyveli bahçeler, yeşil kamışlar ve ağaçlar,
Derinliklerin balıkları ve göklerin kuşları,
Inanna hepsine uykuyu getiriyor,
Yaşayan yaratıklar ve insanlar önünde diz çöküyor,
Seçilenler onun için zengin yiyecekler ve içecekler hazırlıyorlar,
Inanna kendisini, toprakta yeniliyor,
İnsanlar kutluyor,
Onun sevgilisi genç adam aşk yapıyor,
Tatlı bir merakla, göklerin merkezinden bakıyor,
İnsanlar Kutsal Inanna´dan önce gösteriş yapıyordu,
Akşamın kutsal kadını, yükseklerdeki Inanna,
Inanna, sana yaraşır övgüler sunuyorum,
Akşamın kutsal kadını, ufkun ötelerinde,
"Kimliği bilinmeyen bir Sümer Ozanı"

19 Kasım 2012 Pazartesi

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi III ( Dünya Krallıkları )

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi III

3- Dünya Krallıkları

- MÖ 3760: İnsanlık, krallıkları kabul eder. Kish, Ninurta´nın himayesi altındaki ilk başkenttir. Takvim, Nippur´da başlar. Medeniyet, Sümer´de (ilk bölge) meyvesini verir.
- MÖ 3450: Yönetim Sümer´den Nannar/Sin´e geçer. Marduk, Babil İmparatorluğu´nu ilan eder.
- MÖ 3100: 350 yıllık kaosun ardından Mısır´da firavunluk kurulur ve ilk firavun Memfis´de tahta oturur.
- MÖ 2900: Sümer Krallığı Erech´e göçer; İnanna Üçüncü Bölge´nin özgürlüğünü verir; burası Hindistan´daki Indüs Vadisi uygarlığıdır.
- MÖ 2650: Sümerler´de büyük karışıklıklar. Enlil, isyanlar karşısında sabrını yitirir.
- MÖ 2371: Inanna, Sharru-Kin´e (Sargon) aşık olur. Sharru-Kin yeni bir başkent kurar; Agede´de. Akadlar, bir imparatorluk başlatırlar.
- MÖ 2316: Dört bölgeye hükmetmeyi amaçlayan Sargon, Babil İmparatorluğu´ndan kutsal toprak getirir. Marduk-Inanna çatışması tekrar alevlenir. Çatışma, Marduk´un kardeşi Nergal´ın, Marduk´u Mezopotamya´yı terketmeye ikna etmesiyle sona erer.
- MÖ 2291: Inanna´nın emriyle Narram-Sin, Sina Yarımadasına girerek Mısır´a saldırır.
- MÖ 2255: Inanna Mezopotamya´ya el koyar. Naram-Sin Nippur´a meydan okur. Büyük Anunnaki Agade´yi yok eder. Inanna kaçar. Akad ve Sümer ülkeleri, Enlil ve Ninurta´ya sadık yabancı askerler tarafından işgal edilir.
- MÖ 2220: Sümer uygarlığı, Lagash´da yükselir. Thoth, Ninurta adına bir zigurat tapınak inşa edilmesi için Kral Gudea´ya yardım eder.
- MÖ 2193: Bir papaz ve bir kraldan gelen aileden Peygamber İbrahim´in babası Terah, Nippur´da doğar.
- MÖ 2180: Mısır bölünür. Ra/Marduk yandaşları güneyi ele geçirirler. Firavunlar, Aşağı Mısır´da kalarak Ra/Marduk´a karşı çıkarlar.
- MÖ 2130: Enlil ve Ninurta yandaşlarının sayısı artınca Mezopotamya´daki merkezi otorite bozulur. Inanna´nın krallığı tekrar ele geçirme çabaları başarısızlıkla son bulur.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi II ( Tufandan Sonraki Olaylar )

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi II

2- Tufandan Sonraki Olaylar;

-MÖ. 11.000: Enki yemine ihanet eder ve su altında kalabilen bir gemi yapması için Ziusudra/Nuh´a yol gösterir. Tufan, dünyayı silip süpürür. Anunnaki insanları, kendi yörüngelerinde dönen uzay gemisinden tüm yıkıma tanık olurlar. Sonra Enlil, dağlık merkezlerde tarımı başlatır. Enki ise hayvanları evcilleştirir.

- MÖ 10.500: Nuh´un torunlarI 3 bölgeyi bölüşür. Enlil´in ilk oğlu Ninurta, Mezopotamya´ya yerleşilir bir yer yapmak için nehirleri çeker ve dağlarIa kapatır; Enki, Nil vadisini ister. Sinai yarımadası, Tufan´dan sonra hala ayakta kalan roket alanIarında Anunnaki insanları bir kontrol merkezini Moriah Dağı üzerine kurarlar (gelecekte Kudüs).

- MÖ 9780: Enki oğulları Ra/Marduk, Osiris ve Seth arasında Mısır´ın yönetimini bölüştürür.

- MÖ 9330: Seth, Osiris´i yakalar ve parçalar. Nil Vadisi´nin tek hakimi olur.

- MÖ 8970: Horus, ilk Piramid Savaşı´nın başlamasıyla babası Osiris´den intikam alır. Seth, Asya´ya kaçar ama Sina ve Filistin elindedir.

- MÖ 8670: Enki´nin torunlarının kontrol ettiği tüm evren araçlarına karşı, Enlilliler 2. Piramid Savaşı´nı başlatırlar. Galip Ninurta, Büyük Piramid´in içindeki aygıtları boşaltır. Enki ve Enlil´in üvey kızkardeşleri Ninhursag, barış kongresini toplar. Dünya yeni baştan bölüştürülür. Mısır´ın kontrolu Ra/Marduk hanedanIndan Thoth´a devredilir. Heliopolis´de, bedel olarak bir Fener Şehri kurulur.

- MÖ 8500: Karakol mevkileri kurulur. Jericho, bunlardan biridir.

- MÖ 7400: Barış çağının devam etmesiyle Anunnaki insanları yeniden ilerlemeye başlarlar. İkinci Taş Devri başlar ve yarı ilah-yarı insan varlıklar Mısır´ı yönetirler.

- MÖ 3800: Eridu ve Nippur´la başlayan Anunnaki´nin tekrar kurduğu eski şehirlerin bulunduğu yerde yani Sümer´de bir uygarlık başlar. Anu ziyaret için dünyaya gelir. Yeni kent Uruk (Erech), onun onuruna inşa edilir. Tapınağı sevgili kız torunu Inanna/Ishtar için yapar.

16 Kasım 2012 Cuma

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi I ( Tufan´dan önceki olaylar )

Unutulmuş Tarihin Kronolojisi 1

1-Tufan´dan önceki olaylar;

- 450.000 yıl önce; Güneş Sistemi´mize uzak bir gezegen olan Nibiru gezegeninin atmosferinin bozulması nedeniyle yaşam  sönmeye başlar, gezegende Annunakiler yaşamaktadır. Hükümdar Alalu, Annu tarafından tahtından indirilir. Alalu, uzay gemisinden kaçar ve Dünya´da sığınacak bir yer bulur. Dünya´nın içine sahip olmuştur ve Nibiru´nun atmosferini korumak için altın gerektiğini keşfeder ama altın Nibiru´da yoktur.

- 445.000 yıl önce ise, Annu´nun oğlu Enki öncülük yapar. Böylece Basra Körfezi sularından altın çıkarmak için Dünya üzerinde bir istasyon kurar.

- 430.000 yıl önce Dünya´nın iklimi yumuşar. Aralarında Enki´nin üvey kızkardeşi ve tıp uzmanı olan Ninhursag ve Annu taraftarlarının çoğu Dünya´ya inerler.

- 416.000 yıl önce altIn üretimi azaldığında Annu, yakın mirasçısı Enlil ile beraber dünyaya iner. Yaşam için gerekli olan altını Güney Afrika´dan çıkarmaya karar verilir. Enlil, Dünya görevinin komutanıdır. Enki, Afrika´ya gönderilir. Ve Anu, Alalu´nun erkek torunu tarafından düelloya davet edilir.

- 400.000 yıl önce, Güney Mezopotamya´da görevli 7 yerleşim merkezi vardır; metalurji merkezi (Shuruppak), görev kontrol merkezi (Nippur) ve bir roket Alanı dlan (Sippar) bunların önemlileridir. Toplanan saf maden Igigi tarafından yönetilen yörüngecilere yani yukarıya gönderilir. Orada da Nibiru´dan belirli zamanlarda gelen uzay gemilerine nakledilir.

- 380.000 yıl evvel Alalu´nin erkek torunu, Igigi´nin desteğini kazanır ve dünyayı ele geçirmeye çalışır.

- 300.000 yıl evvel, işler altın kazıcılarının ayaklanması nedeniyle karışır. Maymun kadınlar kullanılarak Enki ve Ninhursag ilk işçileri yaratırlar, sonra bu işçiler idareyi ele alırlar. Enlil, bir baskın yapar, bazı işçileri kaçırır ve Mezopotamya´daki Edin´e verir. Onlara üreme yeteneği verilir ve insan çoğalmaya başlar.

- 200.000 yıl önce Yeni Buz Çağı döneminde dünyadaki yaşam azalır.

- 100.000 yıl önce, atmosfer tekrar ısınır. Anunnakiler (Tevrat´taki adıyla Nefilimler), insan kızlarıyla evlenirler.

- 75.000 yıl evvel yeni bir Buz Çağı başlar. Gerileyen insan türleri, dünyaya dağılır. Cro-magnon (tarihten önce Fransa´da yaşayan bir ırk) insanIar yaşar.

- 49.000 yıl evvel, Enki ve Ninhursag, Anunnaki soyunun insanlarını Shuruppak´da yönetmek için geliştirirler. Enlil onları kızdırır.

- 13.000 yol önce Nibiru yolculuğu hatırlanır, bir nedenle Enlil insanları yok etmeye karar verir. Büyük Tufanı başlatacak olan Enlil, insanlığı tehdit eden felaketin sırrını koruyacağına dair Anunnaki´de yaşayanlara yemin ettirir.

9 Kasım 2012 Cuma

Nazi UFO Teknolojisi

Nazi UFO Teknolojisi
Elektromanyetik sevkle çalışan Nazi uçandaireleri...
 
Büyük Üstad Rudolf Steiner ve öngörüleri:
Günümüzde ve yüzyılımızda yaşamış en önemli düşünürlerden birisi Antropozofi Derneği kurucusu Avusturyalı Dr.Rudolf Steiner (1861-1925)’dır.Steiner bir duru görü medyumu idi.O, başka boyutları gördüğünü ve insan kalbinin derinliklerinde yaşananları hissettiğini söylüyordu.Steiner geleceği inanılmaz bir doğrulukla  tarif etmişti, materyalist bilimin çılgınlığının bir felakete neden olacağını, tüpte doğan insanları ve geleceğin biyoloji mühendisliğini bir korku filmini anlatır gibi anlatıyordu.İnsanlığın geleceği yaşayan canavarlarla, ruhsuz, tanrısız, insan dışı, kompüterize, böceğe benzer, krom ve plastikten yapılma yaratıklarla doluydu.
R.Steiner, gelecek yıllarda büyük savaşların yaşanacağını ve insan kalbinin büyük yaralar alacağını 1917’de öngörmüştü. ‘‘Karanlığın Güçleri’’ insan evrimini engellemek kararındaydı, bunun için de insanlarla birleşmeleri gerekiyordu.Böylece evrim dönüşecek ve ortaya planlı melez bir ırk, yani yaratık- insan çıkacaktı.Ona göre ırkımızın büyük bir kısmı yok olacak, geriye kalanlar  yaratıklara, yani cin’imsi varlıklara tapan süprüntüler olacaktı.Peki kim bu yaratıklar? Steiner’e göre bunlar yukarda sözünü ettiğimiz biyolojik yaratıklardı.Yani gelecek bizim var edeceğimiz kötü varlıklarla doluydu.İnsan, cin ve uzaylı inancıyla kendi felaketine yol açmakta ve kurgulanmaktaydı.
Kara Güneş ve Zaman Yolculuğu:
Zaman Yolculuğu Mümkün mü?
Zamandayolculuk yapılabilir mi, sorusunun yanıtı dört boyutlu uzay zamanda kapalı zamansal eğriler(1) bulunup bulunamayacağına gelmiş oluyor.
(1) Eğer bir uzay zaman eğrisinin  üzerindeki her noktada hız vektörü zamansal çıkıyorsa, bu eğriye zamansal eğri denir.
Bilim ve Teknik Dergisi, s.335, Ekim 1995) Bir evren modelinde, eğer uzay zamanda kapanan zamansal eğriler bulunuyorsa, bunlardan birini yörünge eğrisi olarak kabül edecek olan cisim, hep zamanın akış yönü doğrultusunda giderek tekrar ilk konumuna , yolculuğa başladığından daha  önceki bir anda ulaşılabilir.İşte ‘‘Zaman Makinesi’’ bu tür evren modellerine verilen isimdir.Bu tanımlanan anlamda ilk zaman makinesi 1949 yılında ünlü matematikçi Kurt Gödel tarafından bulundu.Kip Thorne’un 1988’de öne sürdüğü zaman makinesi, Gödel’inkinden farklı uzay zaman topolojisine sahipti.Thorne’un topolojik işlemi fiziksel uzay zamanda yapıldığı zaman, uzay zamandan bir nokta delip çıkarmak, bir karadelik yaratmak anlamına geliyordu.Birbirine komşu iki nokta delip çıkarmak, birbirine yakın iki karadelik  bulmak demektir.İki deliği birbirine bir tüple bağlayıp kapatmak, iki karadelik arasında bir tüp geçitle  bağlantı sağlamak  demektir.(Buna solucandeliği yada wormhole diyenler de var). Kip Thorne ve Richard Gott gibi fizikçiler zaman yolculuğunun teorik olarak mümkün olduğunu söylemektedirler.
1923 de Hitler döneminde Thule örgütüne  mensub çekirdek bir kadro ‘‘Kara Güneş Tarikatı’’ adı altında özel bir projeyi yürürlüğe koydular. Bu projenin amacı ‘‘Zaman Yolculuğu’’nu gerçekleştirme idi.Bu proje illuminati denen bir başka tarikatın ( Gümüş Yıldız Tarikatı) grup üyeleri ile bir araya gelinerek tasarlanmıştı.
 Bu zamanda yolculuk deneyi ruhsal ve psişik enerjiyi majikal bir teknikle açığa çıkartarak gerçekleştirilecekti. Düşünce güçlerini zamanın akışı üstüne yönelten grup üyeleri belli bir düzeyin üstüne çıkan psişik bir enerji konsantresi sonucunda uzay zamanda küçük bir boyutlar arası pencere açmayı başarmışlardı.Bu zamanda açılan çatlağın 1943 yılında Amerika’da gerçekleştirilen ‘‘Philadelphia Deneyi’’ nin oluşmasına sebeb olduğu rivayetler arasındadır.
Thule tarikati  ile bağlantılı olan Vril örgütü üyeleri medyumsal ve sonra fiziksel temas yoluyla  Aldebaranlılar denen bir uzaylı medeniyetten uçan gemilerin ( UFO’ların) yapımı ile ilgili teknik bilgiler almışlardı.Aldebaranlılar 2.10 m uzunluğunda , badem gözlü, açık beyaz tenli, uzun sarı saçlı insanlardı. Bağlantı kuran Alman subayın iddiasına göre, bu insanlar bütün vucutlarını kaplayan tek parça düğmesiz ve fermuarsız giysiler giyiyorlardı.
‘‘Kara Güneş’’ örgütünün elindeki belgelerden anlaşıldığına göre, Reich-Almanyası Arianniler’le gizli bir anlaşma imzalamıştı.Bu anlaşmaya göre, Reich-Almanları ‘‘İç Dünya’’ denen bir yerde her türlü saldırıya karşı korunacak, ayrıca ileri teknoloji ve ileri spiritüel bilgilerle donatılacaklardı.Fakat bu teknoloji yalnızca savunma amaçlı kullanılabilecekti.
Robert Charroux ‘‘Andların Esrarı’’ adlı kitabında ilginç açıklamalara yer verir. Kitapta adı geçen  ünlü İtalyan kaşifi Gugliemo Marconi’nin öğrencisi olan, İtalyan fizikçisi N.Genovese’nin açıklamalarına göre, Reich-Almanyası’nın bu araştırma merkezlerinde dünya dışı  varlıkların yardımı ile hayret verici bilimsel gelişmeler olmuştu.Bu merkezde 1946’dan beri doğrudan güneşten gelen kozmik enerjiyi depolayabilen bir sistem mevcuttu.
Çetin BAL: Açıkcası ben kendi adıma Almanların 2.Dünya savaşı yıllarında UFO teknolojisini kullanarak Ay’a ve Marsa  ve dünyanın kutup bölgesine gidip orada üs kurduklarını pek düşünmüyorum.Dünya dışı uygarlıklarla medyumsal kanallar kullanılarak bağlantıya geçilmiş olabilir. UFO teknolojisi konusunda uygulamaya dönük kayda değer bilgiler alınıp bunlar denenmiş ve test edilmişte olabilir.Belkide bir kısım Nazi dönemi Alman ırkı mensubu kişiler dış dünyalıların yardımı ile gözlerden uzak belli bir bölgede koruma altına alınmış olabilirler.Onlara özel bir üs tahsis edilmiş olabilir.
Bir Kara Güneş örgütü mensubunun söylediklerine  göre bu kutup bölgelerine yerleşen  Reich Almanları uçan daire teknolojisini geliştirme imkanı bulmuşlardı. Söylenenlere göre bu araçlar Vril gücü ve anti-gravitasyon ile havalanıyorlardı.
Nazi bilim adamları manyetik güç alanları kullanılarak havalanan uçan disk teknolojilerini geliştirmişlerdi. Ve serbest enerji ile çalışan motorlara sahiptiler.Ve kristallerde bilgi depolama konusunda teknik atılımlar içindeydiler.Nazi bilim adamları Tibetli rahiplerden insanların şuurluluğunu ( ruhsal psişesini) yükseltmek için kristal tabletler denen bazı eşyalar almışlardı.Bu tabletler  2 boyutlu olmakla beraber, üçboyutlu bir görüntü verebiliyor ve 4.boyut deneyimini veya akışkanlık sürecini yaşatabiliyordu.Naziler Mısır piramitlerinde ve Uzakdoğu araştırma seferlerinde buna benzer değişik eşyaları toplamışlardı.Tibetli rahiplerden Atlantis, Mu, Agarta, Şamballa, Lemurya ve Hyperbor adlı kadim medeniyetler ve teknolojileri ile ilgili bilgiler almışlardı. Beklide Mısır piramitleri, uzaylı teknolojileri ve yıldız geçidi ( stargate) kavramlarıda Nazilerin bu araştırmaları ile ilgili olarak ortaya çıkmış kavramlar olabililer.
Thule örgütünün elinde bulunan  belgelere göre dünyamızın farklı boyutunda yaşamlarını sürdüren Hyperborlu’lar teknik olarak çok ileri bir düzeyde idiler.Onlar, bugün  bizim ‘‘UFO’’ olarak bildiğimiz , onlarınsa ‘‘Vril- ya’’dedikleri uçan disklere sahiptiler.Bu uçan diskler, birbirine zıt yönde dönen 2 manyetik alan yardımı ile yerçekimini yenerek, yükseliyorlardı..(Levitasyon = Havaya yükselme  ve yerçekimsizlik) ve ayrıca korkunç bir hıza ve manevra yeteneğine de sahiptiler.Bugüngü UFOlarda da Vril gücünün enerji potansiyeli ve güç kaynağı olarak kullanılmakta idi. (Vril = Eter, Od, Prana enerjisi, Çi, Kozmik güç, Orgon enerjisi olarakta bilinir.Akat’larda, Vril= En yüksek tanrı, tanrı gibi, anlamına gelmekte idi.)

1492’de Endülüslü Müslümanlar neden Yahudiler ile birlikte sürgün edilmediler?

1492’de Endülüslü Müslümanlar neden Yahudiler ile birlikte sürgün edilmediler?
Yahudi sürgünü gerçekte Yahudi önde gelenlerince organize edilmişse, Endülüslü Müslümanların sürgünü ve katliamı kim tarafından organize edilmişti ?
Endülüs'deki zulümden kaçan Yahudilere kapılarına açan Osmanlı, 1492'de bu duyarlılığı neden, aynı baskı ve zülumlere maruz kalan Endülüslü Müdeccen ( Mudejar ) Müslümanlara göstermemiştir ?
Osmanlı Endülüslü Müdeccen (Mudejar) Müslümanların feryadnamelerine neden sessiz kaldı ?
Bizlere hep mazlum Yahudilerin sürgünü anlatıldı. Tarih neden yüzbinlerce Endülüslü Müslüman'a yapılan soykırımı, katliamı gölgede bıraktı ?
Bugüne kadar kimse Endülüslülere yapılan katliamdan soykırımdan bahsetmedi ? Ama Yahudilerin İspanya sürgünü tarih dolusu kitaplarla destanlar ile anlatıldı.
Osmanlı arşivlerinde İspanyalı müslüman Müdeccenlerin durumlarını anlatan kayıtlar belgeler bulunmamaktadır.
Ama Osmanlı arşivlerinde Yahudilerin sürgünden sonraki yerleştirildikleri şehirler, mahalleler, ticari hayatları, nereden geldikleri adım adım kaydedilmiştir. Ama Müdeccen Endülüslü müslümanların kayıtlarına pek rastlayamıyoruz..

SÜLEYMAN MABEDİ'NİN SIRRI

SÜLEYMAN MABEDİ'NİN SIRRI
Makalemizin birinci bölümünde Bülbülderesi Mezarlığındaki mezartaşlarının Kabala ve Yahudi literatüründe bir anlamları olduğunu, bu simge ve sembollerin bu mezarlarda tesadüfen kullanılmadıklarını belirttim. Bülbülderesi'ndeki mezartaşlarının gizli anlamlar içerdiğini bu mezartaşlarının bir şifre niteliğinde olduğunu benzer sembollerin “Dönme” Konversoların ve Yahudilerin mezartaşlarındada kullanıldığını gözler önüne getirdim. Bazı kesimler mezartaşlarındaki bu sembolleri çok tesadüf karşıladılar. Umarım şimdiki yayınlananlara tesadüf diyemeyeceklerdir.
Mezartaşlarının yapısını, sembollerini ve anlamlarını incelemek Avrupadaki Enstitütülerde bir bilim dalı haline gelmiştir. Mezartaşlarındaki semboller konusu Sabetayizm araştırmalarınında artık değişmez bir unsuru haline gelmelidir. Mezartaşlarındaki bu semboller kriptoluğun gizli bir dilidir.
Sabetay Sevi ve Süleyman Tapınağı
Süleyman Mabedi ( Bet Amikdaş) Kutsiyet Evi, Yeruşalimde’ iki kez inşa edilmiş ve yıkılmış olan Tapınak I.Bet Amikdaş, Kral Süleyman tarafından Masonluğun atası sayılan Hiram Ustaya inşa ettirilmiştir.
İbrani takvimine göre 2928 (M.Ö 832) yılında inşa edilmiş Babil kralı Nevukadnessar tarafından 3338 ( M.Ö 422) yılında yıkılmıştır. II. Tapınak (Bet amikdaş) 3408 (M.Ö 352) yılında halkın lideri Zerubavel, peygamberler Ezra ve Nehemya tarafından inşa edildi ve Romalılar tarafından 3828 ( M.S 70 ) General Titus komutasındaki Roma İmparatorluğu'na bağlı birlikler tarafından 70 yılında yıkılmıştır. Maşiah geldiği zaman III. ve son Tapınak ( Bet Amikdaş ), ebediyen ayakta kalmak üzere inşa edilecektir. (Tora – Bamidbar, Bet Amiktaş Açıklaması, 12 İyar 5767, s.798)
Yahudiliğin mesih geldiği zaman tekrar inşa etmek istediği Kral Süleymanın Tapınağını ilk Sabetay Sevi inşa etmek istemişti. Tapınak hem Yahudiliğin kurtuluşu hemde İsrail krallığının simgesidir.
Konu ile bilgileri kısa tutuyoruz.
Sevinin Tapınakla ilgili düşüncelerini Judaica bizlere şöyle bildirmektedir.
Sabetay Zvi, İzmir’deki Portekiz Sinagogu’nda İbrani takvimine göre 4 Tevet 5426 ’ te yaptığı konuşmasını bu sözlerle bitirdi.
Konuşmasının diğer çarpıcı noktalar şunlardır :
Ben, Yaakov’un Tanrısı’nın (Maşiah) Mesihi ve İsrail’in kurtarıcısıyım.
Tapınak’ın yıkılmasıyla ilgili olan 10 Tevet’teki oruç, bu hafta Perşembe günü yapılacaktır. Daha fazla beklemeye gerek yoktur. (Encyclopedia Judaica, Vol. 14, p.1230)
Genelde anlatıldığının aksine, Yahudilerin bir devlete sahip olmak için Mesih'i beklemek yerine, bu süreci kendi elleriyle başlatmaları gerektiği düşüncesi, yani Siyasi Siyonizm, ilk kez Herzl'le değil, Sabetay Sevi 1626 – 1676 ile ortaya atılmıştır. Sevi mesih olduğunu ilan etmiş ve kutsal topraklara dönüşü, İsrail devletinin kurulacağını ve Süleyman Tapınağının yeniden inşa edileceğini ilan etmişti. (Encyclopaedia Judaica, Vol. 16, p. 1033-1036)
Yahudilikte mesihin geleceğine iman etmek 613 mitsva (emir)’den biridir. (Tora – Vayikra, Aftara, Tevratın Geniş Tefsiri, p. 851)Mesih (Maşiah) Sabetay Sevi, onları sürgünün pençesinden kurtarıp atalarının topraklarına geri götürecek, burada Süleyman Tapınağını yeniden inşa edip İsrail krallığını ilan edecekti. (Encyclopaedia Judaica, Vol. 16, p. 1033-1037)Selanik'ten gelip İzmir'e yerleşen dönme bir aile tarafından 1935 yılında, Kudüs İbrani Üniversitesi Kütüphanesine teslim edilen, 1941’de yayına çıkan arşivler, İsrailli Tarihçi G. Sholem tarafından yayınlanan, Sabetaycılara ait olan (Ladino) Yahudi İspanyolcası ile yazılmış duaların bazılarında Süleyman Mabedi ile ilgili şu ibareler yer almaktadır:
"Kesin imanla, Hakikat Tanrısı'nın, İsrail'in Tanrısı'nın Süleyman Mabedi'ni gökten yere, bize kadar, indireceğine inanırım." (Sholem, Gershom, Seder tefillot shel ha.Dönmeh mc-İzmir" (Livre des prieres des Dunmeh, dyre Smyrne), dals Kiryat Sefer, XVIII,. Jerusalem, 1941, p. 298-312 et 394-408, et XIX, p. 58-64.)
Yahudilerin Kutsal kitabı Tora’da Açıklamaya son noktayı koymaktadır:
"Ey İsrael, Tanrı (Maşiah) Mesih’in gelişini ve Tapınağın (Bet Amiktaş)’ı yeniden inşasını yaklaştırsın."
(Tora – Vayikra, Aftara (Dualar), Tevratın Geniş Tefsiri, p. 851)
Peki Sabetayistler için Süleyman Tapınağının Anlamı Neydi ?
Bu tapınağın sabetaycıların için öneminden biriside budur. Çünkü her Beni –İsrailin yeryüzündeki tek amacı budur. Sabetaycıların mezarlarında Jakin ve Boaz sütunların kullanmaları bir özlemin ve mesihsel inancın işaretidir. Sabetaycıların Duaları arasında Süleyman Mabedi’nin büyük bir önemi vardır. Lakin Mesih Sabetay Sevi mabedi tekrar inşa edecek ve İsrail Krallığını ilan edecekti. Mesih gelişi ile Sabetay Sevi’nin yeniden inşa etmek istediği Kral Süleymanın Tapınağı (Bet Amiktaş), yeniden kurulacak ve kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Sabetaycılar, dualarında Tapınağın yeniden inşası ve tamamlanmasını dilemektedirler. Bu temennilerini öldükten sonrada devam etmektedir. Lakin Mesihin geleceği günü, Tapınak’ın inşa edilip yeniden kurulacağı günü bir özlem ile Tapınağı sembolize eden Jakin ve Boaz sütunlarını mezartaşlarında kullanarak dile getirmektedirler.
Yahudiliğin çok kutsal saydığı Süleyman Mabedi ( Bet Amiktaş)’ın iki girişini sembolize eden Jakin ve Boaz sütunlarının bugünde Bülbülderesindeki mezartaşlarında kullanılması da çok aşikardır.
Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Yahudiler, mezartaşlarında dini motifleri sıkça kullanıllar. Bunlar simgesel olarak mezarın üzerinde bir kalıcılık göstergesidir. Vücut artık olmadığı halde, yaşayan çok daha önemli bir şeyin olduğunu hatırlatır. O da misyonumuzu ve Tapınağın yeniden inşa edilmesidir. Taşın üzerine, ölenin kişiliğini özümseyen övgüsel şiirler sözler yazılır. Bu mezartaşının düzenlendiği törene “Unveiling” töreni denir. (Miriam Chaikin, Menorahs, Mezuzas, and Other Jewish Symbols, Houghton Mifflin Harcourt, 2003, s.46)

5 Kasım 2012 Pazartesi

Masonlar Dünya'yı yer altından mı yönetiyor?


MASONLAR DÜNYAYI YER ALTINDAN MI YÖNETİYOR?

Masonluk, son asırların üzerinde en çok tartışılan müesseselerinden birisidir şüphesiz. Dünya barışı, din ve ırka bakılmaksızın insanların kardeşliği, sosyal dayanışma gibi ulvî maksatlara hizmet iddiasındadır. Ancak halk arasındaki yaygın kanaat, masonluğun dünyayı yer altından idare etmek üzere kurulmuş gizli teşkilât olduğudur. Siyonizm’e hizmet ettiğine inananlar da çoktur. Son iki asırdaki hâdiselerin hepsinin ardında masonluk aranmış; her ülkede iktidardaki kilit isimlerin mason olduğu hayretle görülmüştür. Kulübe giriş çok enteresan ritüellerle gerçekleşir. Mensuplar gözleri bağlı bir şekilde merkeze götürülüp, sadakati sınandıktan sonra mukaddes kitaba yemin ettirilir. Tantanalı kıyafet ve semboller kullanılır. Bu halleri de masonlara karşı umumî bir ürküntü hâsıl etmiştir. Bilinmez, belki cemiyetin arzusu da budur.




ATEŞTEN DOĞAN KULÜP

Cemiyetin menşeini Haçlı Seferleri sırasında 1118’de Kudüs’teki Süleyman Mâbedi’ni Müslümanlara karşı korumak için kurulan Templier (Tapınak) Şövalyeleri’ne kadar götürenler vardır. Bunlar Hasan Sabbah ile Müslümanlara karşı iş birliği yapmış; dünyada ilk bankacılık faaliyetini yürütmüştür. Filistin’e gidenler, soyulma tehlikesine karşı paralarını tarikata teslim eder; bunlar yolcuya mühürlü bir kâğıt verir; parasını tarikatın Filistin’deki temsilcisinden alırdı. Bunların çoğu yolda öldüğü için tarikat çok zenginleşmiş; krallara bile borç verir olmuştu. Böylece giderek güçlenip devlet içinde devlet hâline geldi. Artık kendilerini dine uymak zorunda pek hissetmemeye başlayınca, Papa bunları aforoz etti. Tarikata borcunu ödeyemeyen Fransa Kralı IV. Philippe 1314’te şövalyeleri muhakeme ettirip yaktırdı. Rivâyete göre duvarcı kılığında İskoçya’ya kaçan bir grup sayesinde gizliden gizliye devam eden tarikat; tarih sahnesine masonluk olarak çıktı. Fransız ihtilâliyle Fransa krallarından; İtalyan ihtilâliyle de Papalık’tan intikamını aldı. Da Vinci Şifresi gibi kitaplar hep bu irtibatı mevzu edinir.
Masonluk, kökü Roma‘ya kadar giden bir meslek dayanışmasıdır. Şark dünyasındaki benzeri âhiliktir. Orta Çağ’da zanaatkârlar hükümdarın emrinde faaliyet gösterirdi. XIII. asırdan itibaren bir grup zanaatkâr, kilisenin desteği ile hükümdarlarının kontrolünden çıkıp serbestçe faaliyet gösterme ve hür biçimde dolaşma imtiyazı elde etti. Bunların başında duvarcılar geliyordu. Farmason hür duvarcı demektir. Zamanla zanaatkârların yanı sıra burjuvalar da masonluğa kabul edilince hür ve kabul edilmiş masonluk ortaya çıktı. Masonluk, mensuplarını bilhassa siyasî otoriteye karşı koruyup kollar; onlara elit bir hayat sağlardı. Siyasîler, kendilerine karşı hareketlerin odağı olabileceğinden korktukları için masonluğa karşı çıkardı. Ama zamanla masonlar ileri gelen devlet adamlarını aralarına alarak rahatladılar. Sembollerle dolu esrarlı ritüelleri çok kimseyi ürkütürken, masonları gülünç bulup, “kafayı çekmek için bir araya toplanmış zengin ve yakışıklı çocuklar” olarak alaya alanlar da az değildi.
Rousseau, Voltaire, Diderot, Montesquieu gibi mason filozoflar, hürriyet savunucuları idi. Hükümdarların salâhiyetlerinin kısılması, faaliyetlerinin serbestçe yapılmasına imkân hazırlayacaktı. Lafayette, Danton, Mirabeau gibi Fransız İhtilâli’nin önde gelenlerinin ekserisi; Birleşik Amerika’yı kuranların üçte biri; Rusya’da komünist ihtilâlini yapanların çoğu masondu. Masonlar, bunu iftiharla açıklar. İtalyan ve Yunan ihtilâlcileri de masondu. Washington’daki yapılarda hayli mason sembolleri vardır. Dolarlarda “dünyayı gören göz” sembolü bile, masonların “Evrenin Yüce Mimarı” adını verdikleri Tanrı’yı ifade eder. Masonlar popülaritelerini arttırmak için dünyada başarılı hemen herkesi mason olarak göstererek propaganda yapardı. Artık böylelerine fahrî mason rütbeleri verilmektedir.
Masonlar, İskoç ve Fransız masonluğu olmak üzere bazen birbirine rakip iki grupta faaliyet gösterir. Birincisi geleneklere bağlı, ikincisi modernisttir. Ateistler mason olamaz. Bütün dinlere eşit mesafede bakılır; ama fiiliyatta Yahudiler ve kadınlar kulübe alınmaz. Yahudilere kapılar son asırda açılmıştır. Kadınlar için merkeze bağlı ayrı teşkilatlar (soroptimistler gibi) kurulur; ayrıca Rotary ve Lions gibi kulüpler vasıtasıyla da faaliyetler daha nötr biçimde yürütülür. Masonluğun dünyadaki en büyük muhalifi Katolik Kilisesidir. Papa XII. Clementus, 1738’de masonları aforoz etmişti. Bununla beraber bugün yüksek rütbeli din adamlarından bile mason olanlar vardır. Hatta 1978’de kısa bir müddet papalık yapan I. Ioannes Paulus’un, mason karşıtlığı sebebiyle düzenlenen bir komploya kurban gittiği söylenir.
Osmanlı Ülkesinde Masonluk

1721 yılında Paris’e Osmanlı sefiri olarak giden Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu ve kethüdâsı Said Çelebi, mason olan ilk Türk kabul edilir. Diplomatların, bilgi alabilecekleri elit çevrelere girebilmek için mason olması o zaman tabiî karşılanmıştır. İlk loca 1723’de Galata’da; sonra 1747’de Haleb, 1760’da İzmir’de açıldı. Sultan II. Mahmud, Yeniçeri ve Bektaşîlerle irtibatlı görüp masonluğu yasaklayınca, kulüp yer altına indi veya Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye gibi cemiyetler şeklinde teşkilâtlandırıldı. Zamanla bütün dünyada olduğu gibi masonlar idarede söz geçirmeye başladı. Paris sefiri iken masonluğa giren Reşid Paşa, İngiltere’nin baskısıyla sadrazamlığa getirildi. Sadullah Paşa, Fuad Paşa, Mithat Paşa, Vefik Paşa masondu. Sultan Aziz zamanında meşrutiyet idealini ateşleyen Ziya Paşa, Şinasi, Ahmed Midhat Efendi, Namık Kemal, Besim Ömer Paşa gibi Genç Osmanlılar masonluğa girdi. Kapitülasyonlar sebebiyle polisin bile giremediği ecnebi evlerinde toplanıldığı için, mason locaları serbestçe faaliyete imkân veriyordu. Bazıları için de din kaideleri ve geleneklerle biçimlenmiş cemiyet baskısından kurtulup rahatça içki içme, kumar oynama ve kadınlarla serbest münasebet kurmayı kolaylaştırıyordu.
Geçen asırda Avrupa hükümdar ve prenslerinin çoğu bu tesirli cemiyete mensuptu. O devirde masonluk, âzâlarını sosyal bakımdan destekleyen bir kulüp hüviyetinden öte bir imaja sahip değildi. Bugün bile masonluğa girenlerin çoğunun maksadı sosyal ve malî imkânlarını arttırmaktır. Hakikî misyonu bunları pek alâkadar etmemektedir. Bu bakımdan masonluğun dünya siyasetindeki rolü bugün hayli azalmış; skandallarla prestijini oldukça kaybetmiştir. Şurası bir gerçektir ki masonlar ne dünyayı yer altından idare eden güçlerin lobisi, ne de kafayı çekmek için bir araya gelmiş şık ve zararsız erkeklerdir. İkisinin arasındadır.
Sultan II. Abdülhamid, dünya siyasetindeki rolünü görüp masonluğa açıkça tavır almadı. Siyasetle uğraşmamak şartıyla serbest bıraktı. Hatta maddî yardım yaptı. Ama hep sıkı kontrol altında tuttu. Bununla beraber çoğu mason olan İttihad ve Terakki Cemiyeti mensupları Makedonya Risorta locasında toplanıp, mason ritüellerine uyardı. Çoğu cumhuriyet devrinde de siyaset sahnesinde rol aldı. Derken Kemalistlerden Turancılık idealine bağlı olanlarla (Mahmut Esat, Recep Peker gibi), milliyetçiliği reddedip mason kardeşliğini benimseyenler (Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü, Hasan Saka gibi) arasında şiddetli bir ihtilaf çıktı. Halkçılık prensibi, vatandaşların ancak Halk Partisi çatısı altında teşkilâtlanabileceğini öngördüğünden, 1935’te Türk Ocağı dâhil, bütün sivil cemiyetlerle beraber mason cemiyeti de kapandı. Masonlar bu devreye “uyku devresi” derler. İnönü, 1948’de mason faaliyetlerine dernekler kanunu çerçevesinde çalışmak üzere izin verdi.

3 Kasım 2012 Cumartesi

ÖN TÜRKLER (Türkler M.Ö)

Ön Türkler
Göktürkler'den önceki tarih devirlerinde (6. yüzyıldan önce) var olmuş ve sonradan Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan, Türk dil ailesine mensup diller konuştukları ve anaerkil oldukları ancak daha sonra çevre toplumların etkisiyle ataerkil oldukları tahmin edilen topluluklar.
Fransız Türkolog Jean Paul Roux'a göre, antik Çin yazılarında sözü edilen "Tue'kue" sözcüğünün Türk anlamına geldiğini kabul ederler, ve "Türk" olgusunu Milattan önceki yüzyıllara kadar geri götürmenin mümkün olduğu görüşünü savunurlar. Ancak çoğu batılı bilim adamı, M.S 6. yüzyıl ortalarında Göktürk Kağanlığı'nın ortaya çıkışından önceki dönem için "Türk" sözcüğünü kullanmaz ve bundan daha eski olan ve Türklerle akraba olan halklara Proto türk veya Ön Türk adını verir.
İlk Türk dili konuşanlar
Genel Kabul Gören Tez

Son buzul çağı sonrasında Bering Boğazı çevresindeki buzulların erimesiyle kara bağlantısı ortadan kalkar.
Yaklaşık 10.000 yıl önce son buzul çağı sona ermeye, eriyen buzulların suları alçalmış olan denizleri tekrar doldurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar varolmuş olan Asya - Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir.
Türklerin ataları, Batılı tarihçiler tarafından M.Ö. 2500 ile M.Ö. 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlar ve M.Ö. 1700 ile M.Ö. 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam eder. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, M.Ö. 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.
Türklerin de en eski ataları aralarında bulunmuş olması gereken bu çekik gözlü ve brakisefal tipi insanlardan oluşan göçebe toplulukların o dönemdeki yaşam şekillerini, Sibirya ile Alaska yerlilerinin ortak noktalarını bularak, net bir şekilde ortaya koyabilmek mümkündür. Elde edilen manzara iyi gelişmiş bir göçebe kültürünü göstermektedir. Türklerin en eski ataları uzun süre böyle yaşamış, ve bu kültürü hayvan yetiştiriciliği ile geliştirmiştir. M.Ö.450 yıllarına kadar Sibiryanın Tayga ikliminde ren geyiği yetiştiricileri olarak yaşadıkları kabul edilir. M.Ö.450'den itibaren Moğolistan'a doğru hareket ettikleri ve orada bulunan Hint-Avrupa halklarını oradan kaçırdıkları, bölgede bulunan kafataslarının incelenmesi ile kanıtlanmıştır.
Jean-Paul Roux Türklerin Tarihi adlı kitabında Altay halklarının bu dönemdeki coğrafi dağılımlarını şöyle tarif etmektedir:

Az çok güvenilir  yer saptamasında bulunamadığımız en eski Orta Asya insan coğrafyası tablosu Ön-Tunguzları en doğu uç noktaya, yani bugünkü Mançurya'ya, Ön-Moğolları Doğu Moğolistan ile Batı Mancurya'ya yerleştirir. Ön-Türkleriyse Moğolistan'ın büyük bir bölümüne ve Balkaş Gölü yönünde biraz daha batıya doğru yayarak yerleştirmektedir. Bunun dışında kalan bütün bölgeler ile güneydeki ve batıdaki bozkırlar Hint-Avrupalıların ve paleo-Asyalıların bölgeleridir ve bu bölgelerde en küçük Altay yerleşimine henüz rastlanılmamıştır. Sibirya'da zamanında Karasuk diye anılan (M.Ö.1200-700) ve Yukarı Yenisey kıyısında bulunan Minusinsk bölgesinde yapılan kazılarda çıkan brakisefal kafataslarında düzenli bir artış görülmüştür. Bu, büyük bir olasılıkla Ön-Türklerin sonraki devirlerde buraya yerleşmesinden kaynaklanmaktadır. Tagar çağındaysa (M.Ö.700-300) aynı durum Altay bölgesinde meydana gelmiştir. Ve nihayet M.Ö.300 yılından sonra Güney Sibirya ile Altay sıradağlarının güneyinde brakisefallerde artış meydana gelmiştir. Dolayısıyla Türklerin o güne kadar hep kuzeyde kalan atalarının miladın başlarında, önceleri yavaş yavaş, daha sonralarıysa birden kopup gelerek Balkaş Bozkırları ile Tien-Şan Dağlarının kuzey bölgelerine kadar eriştiklerini söyliyebiliriz.Bu yeni gelenler, önlerine çıkan Hint-Avrupalıları kovmuşlar, onlara karışmışlar ya da onları etkileri altına alarak, kendi kültür ve dillerini benimsemelerini sağlamışlardır. Büyük bir olasılıkla Kırgızlar da bu etkinin altında kalmıştır ve onlarla birlikte ilk defa (?) Hint-Avrupalı olan, en azından Mongoloyit olmayan bir halk da Türklerin arasına katılır.

Ön-Türkler'in, kültürel açıdan M.Ö'ki karanlık dönemleri açısından Afanasyevo kültürü, Anav Kültürü, Andronovo Kültürü, Karasuk kültürü, Tagar Kültürü, Kelteminar Kültürü gibi alanlardan etkilendikleri ve Türk kültürünün bu tarihi çevrelerden beslendiği ileri sürülmektedir.
Alternatif Tezler
Kazım Mirşan'a göre Ön-Türkler
Kazım Mirşan'ın tezlerine göre Türklerin alfabetik yazı kullandıklarını gösteren en temel kanıt 1970 yılında, Kazakistan'ın Alma-Ata (Almatı) şehrinde bulunan Altın elbiseli adam adıyla bilinen anıt mezardaki kanıtlardır. Bu anıt mezar Alma-Ata'nın 50 km kadar kuzeyindeki Esik kasabasında bulunur. Altın elbiseli adamın yanında kendisiyle birlikte mezara konulan gümüş kapın üzerindeki iki satırlık yazı Türkçe olarak Kazım Mirşan tarafından okunmuştur. Kazak Tarihçi Prof. Dr. Olcas Süleymanof da aynı şekilde okumuştur. Bu buluntu ışığında yapılan Sovyet ve Kazak araştırmaları sonucu altın elbiseli adamın M.Ö.500 yılından daha eski dönemde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Altın elbiseli adamla birlikte bulunan gümüş kaptaki yazı Ön-Türk alfabesi ile yazıldığı iddia edilir. Öte yandan Kazım Mirşan gibi bazı araştırmacılar farklı bir Türk tarihyazımını ileri sürerler. Kazım Mirşan ve onu takip eden araştırmacılar, kabul gören tezden tamamen farklı bir yazım ortaya koyarak, bugün kabul edilen İslamiyet öncesi dönem Türk tarihini kabul etmezler ve uydurma olduğunu ileri sürerler.
Türk Tarih Tezi'ne göre Ön-Türkler
Bugün kabul edilen tezi farklı şekilde ortaya koymuşlardır. 1930'larde geliştirilen bu teze göre, MÖ. 12bin yıllarında Orta Asya'da bugünkü çöllerin bulunduğu yerlerde büyük bir deniz ve büyük adalar vardı. Buralarda yaşayan Türkçe konuşan topluluklar yerleşik olarak tarım yapmakta ve teknolojik açıdan ileri düzeydeydi. Zira, tarım ve ormancılık ile ilgili Türkçe terimler, göçebelik ile ilgili terimlerden daha eskidir. Sonraları meydana gelen büyük iklimsel değişiklik nedeniyle (küresel ısınma gibi) Orta Asyadaki büyük deniz kayboldu ve çevresinde yaşayan medeniyet geriledi. Kıtlık yaşayan Türk grupları başka ülkelere göçtüler. Birkısmı Mezopotamya'ya bir kısım grup Anadolu'ya, bir kısım grup İskandinavya'ya, bir kısım grup Yunanistan'a, bir kısmı İtalya'ya, bir kısmı Çin'e, bir kısmı Kore ve Japonya'ya, bir kısmı Sibirya'ya; bir kısmı da Bering Boğazı üzerinden Amerikaya göç etmiştir. Bering Boğazı üzerinden göç edenler Kuzey Amerika yerlileriyle(Kızılderililer)kaynaşmışlardı.Sonraları güneyede farklı bir yol ile göç olmuştu. Mezopotamya'ya göç edenlerin ilk oluşturduğu uygarlık Sümerlerdi. Sümerlerin dağılmasından sonra etrafa dağılan topluluklardan biri Lidya medeniyetini kurdu. Lidyalılar sonraları çeşitli kollar halinde deniz açıldılar. Bir kolu günümüz İtalya'sı ve çevresine gidip Etrüskler'i kurdu. Denize açılanların bir diğer kolu ise bir şekilde Cebelitarık Boğazı üzerinden Meksika Körfezi'ne(Güney Amerika) ulaştılar ve burada İnka,Aztek Medeniyetleri'nin ataları diyebileceğimiz yerlilerle kaynaştılar.

Bu teze göre Sümerler, Etrüksler, İskandinavyadaki Bazı halklar,
Hattiler (Hititler öncesinde aynı bölgede yaşayan uygarlık.), Frigler, Truvalılar Türktü. Yunanlılar içinde Türkçe konuşan gruplar vardı. Bu ülkelerdeki Türkler, yerli halk arasında eriyip yok olmuşlar, onlara yazıyı ve teknolojiyi öğretmişlerdir.
Orta Asya'da kalan halk, kurak iklime adapte olmuş ve göçebe kültüre geçmiştir. Bilinen Türk tarihini yaratmışlardır.

Ön Türk toplulukları
En meşhur Ön Türkler olan Hunların yanında tarihi Çin yıllıklarında tarif edilen ve günümüze kadar hala sadece Çince adları ile tanılan bazı tarihi topluluklarında Ön Türk olduğu düşünülür. Bunlardan en tanılmışları şunlardır: Hiung-nu, Vu sun, Tukyu (Tue'kue, Tuyku ya da Tu'kut), Ti, Tili, Tiele, Beiti, Yüan yüan, Tiele (veya Dingling. Türkiye menşeili tarih kitaplarında Tölesler) ve I li.
Ön Türklerde yaşam şekli

Tarihte Ön Türklerin yaşamış olduğu Selenga bölgesinden bir görüntü
Bozkır
Coğrafi zorunluluklar ve iklim değişikliklerin gibi sebeplerle Sibirya ve bugünkü Rus düzlüklerinden Orta Asya bozkırlarına indiği düşünülen Türkler, orman avcılığından göçebe çobancılığa geçiş süreci yaşamıştır. Türk dilinde ormancılık ve orman yaşamıyla ilgili sözcüklerin, bozkır yaşantısındaki sözcüklerden daha eski olması ve Pazırık Kurganında ren geyiği görünümü verilmiş atlar çıkartılmış olması bu süreci doğrulamaktadır. Coğrafi şartlar ve iklim değişiklikleri veya bilinemeyen nedenlerden ötürü Türk kabilelerinin büyük bir kısmı yerleşik ve ormancılık hayatından bozkır hayatına geçmişlerdir ve bir şekilde bozkır hayatına adapte olmuşlardır.
Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerinin İlkçağ'da ve Orta Çağ'ın başlarında Türkler'in anayurdu olduğu düşünülmektedir. Bu alan; 1200 ila 1400 metre arasında değişen bir yayladır. Büyük çöküntüler ve yüksekliklerden oluşan bu arazide Altay Dağları'nın yüksekliği 4600 metreden fazladır. Ötüken'in bulunduğu bölge 4000 metre civarındadır. Cungarya ve Gobi Çölü'nün bulunduğu alan yılda 100 milimetreden az yağış alır. Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerin de yıllık yağış 200 milimetreyi geçmez. Kışın soğuk şiddetlidir: -50 dereceye kadar düşer. Kışın büyük bölümü toprak karlar altındadır. Yazın hava çok sıcak olabilir ya da kötü geçen yıllarda fırtına da görülebilir. Sık ladin, çam, köknar ormanlarıyla kaplı yüksekliklerin eteklerinde çayırlar vardır. Çukur yerlerde ise ağaçlıklı otlaklar ve çalılıklar vardır. Bu bölgelerden Çin'e doğru giden topraklar ve İran'a doğru giden topraklar uçsuz bozkırlarla ve çöllerle kaplıdır. Altay'a yakın Sibirya bölgelerinde ise tayga iklimi vardır.
Böyle bir alanda İlkçağ ve Orta Çağ'da yaşayan topluluklarda ekonominin temeli hayvancılığa dayanmaktadır. Geniş steplerde en çok at ve koyun yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bunlardan başka deve ve sığır da beslenmektedir. Koyunun yünü eğilerek ip yapılır ve bundan halı, kilim üretilmektedir. Andronova ve Afanasyevo Kültür kalıntıları sebebiyle, bilim adamları halının ana yurdu olarak Orta Asya'yı göstermektedir.
Özellikle Orta Asya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden göçebe toplumlarda hayvancılık ön plandaydı. Bu yüzden Orta Asya bozkırlarında göçebe hayatı yaşayan insan toplulukları yazlık alanlar ve kışlık alanlar belirleyerek belirli bir yol üzerinde göç ederlerdi. Göçler rasgele değildi. Göç edilecek yerler ve takip edilen yollar önceden belirliydi. Böyle bir Bozkır hayatına bağlı olarak On iki Hayvanlı Takvimi gelişmiştir. Bu takvim; güneş ile ay arasındaki döngüye ve "geyik böğürtüsü", "bir hayvanın doğması","bir göçmen kuşun geri dönmesi" gibi doğa olaylarına bağlıdır.
Bozkır hayatında, sebzeye karşı fazla istek duyulmazdı. Sütlü darı, peynir, yoğurt ve kısrak sütünden yapılan kımız, Orta asya topluluklarının başlıca besin maddeleriydi. At ve koyun etinin saklama ihtiyacı "ilkel konserveciliğin" gelişmesine yol açmıştır. Göçebe topluluklarda "yonca"nın ve "darı"nın oldukça önemi vardı. 
Arabalar ve Çadırlar
Herhangi bir vesileyle ya da mevsimsel olarak yapılan yolculuklar,"iki hörgüçlü deve" olarak adlandırılan soğuğa dayalı develer, arabalar ya da "kızaklar"la yapılırdı. "Kızaklar"dan yazıtlarda söz edilmiş olup, oyma resimlerle de tasvir edilmiştir. Develer daha çok ticarette kullanılıyordu. Yaylak ve kışlak arasında göçlerde, hayvan koşulan arabalar yeğleniyordu. Bu taşıt araçları, bozkır hayatında rakipsiz hüküm sürüyordu. Bu arabalar öküzler ve daha da seyrek olarak develerle çekiliyordu. Pazırık Kurganında bir mezarda bulunduğu gibi bu arabaların boyutları oldukça büyük idi. Eldeki bir örnekten anlaşıldığına göre, yüksekliği 3 metre, genişliği 3,35 metre, tekerleklerin çapıysa 2,15 metreydi. Çin kayıtlarında olduğu gibi, "yüzlercesi aynı zamanda düz bir çizgi halinde ağır ağır ilerler" durumundaydı. Hun döneminde ailelerin taşınması için iki tekerlekli Çinliler'in "tie-lo" ya da "ting-ling" dediği arabalar da kullanılmaktaydı.
Tam anlamıyla birer göçebe arabası olan bu arabalar, içinde ev tanrılarının taht kurduğu, kadınların yün eğirdikleri, dikiş diktikleri, gerçek birer konuttu. Bu arabaların kullanılması "keçe çadır"dan yararlanılmasını ortadan kaldırmamıştır ya da ikame edilen bir gereç değildi. Göçün sonunda toprağa "keçe çadırları" kurulurdu.
Devlet erkanı için dikdörtgen ya da kare tabanlı çadırlar ve halk arasında yuvarlak çadırlar kullanılıyordu. Bu çadırlara "yurt" denilirdi. Yurt bugün Türkçe'de, "ülke, konaklama yeri, kişinin üzerine evini inşa ettiği toprak parçası"anlamına gelmektedir.
Birbirine yan yana bağlanmış keçe kaplı, esnek odunlardan yapılan yurtlar, yuvarlak tabanlı ve büyük bir çan şeklindeydi. Üst ucunda bir duman deliği vardı. Çadırın ortasındaki ocağın üstüne açılan ve aşağıdan kapatılabilen bu delik, çadırın ana eksenini oluşturmaktaydı. Çadırlarda kapı "güneşin doğduğu yöne saygı" nedeniyle doğuya açılırdı. Eski Türkler tarafından kesin şekilde uygulanan bu kural, 10.yüzyıla doğru güneşin geçtiği en yüksekteki nokta göz önüne alınarak güneye açılacak şekilde yapılmaya başlanmıştır. Evin yönleri, dört ana renkle adlandırılırdı: Ak, Kara, Sarı, Kızıl. Çadıra girişte "kapı girişine basmak ve oturmak" ata ruhlarının giremeyeceği inancıyla yasaktı.
Yerleşik olmayan halk "yurt" ya da "otağ" adı verilen çadırlarda kalırdı. Yerleşik halk ise kerpiç ve ahşap malzemeden yapılan evlerde kalıyordu.
Atın önemi
Bozkır hayatında hayvan yetiştiriciliği temel uğraştı. Orta Asya düzlükleri ve çayırları hayvan yetiştirmek için uygun şartları sunmuştu. Devletlerin başkentleri için at ve deve yetiştiriciliğinin en uygun yapıldığı yer olan Orhun vadisi tercih edilirdi. Orta Asya bozkırlarında at yetiştiriciliği yaygın bir faaliyet haline gelmiştir. Ama çöllerde, ormanlık bölgelerde, tarım bölgelerinde, Sibirya'da, Çin'de, Avrupa'da, ırmak vadilerinde, Mısır'da at yetiştiriciliği imkânsızdı. Çünkü yerleşik ülkelerin hiçbirinin büyük sürüleri beslemeye yetecek kadar otlağı yoktu. Bu nedenle Türkler, yerleşmektense buralara konaklamayı tercih edeceklerdir. Atlı gücün varlığı ve bekası bozkırlardı.
Çin kayıtlarına göre, Asya Hunlarının sürülerindeki hayvan sayısı normal zamanda kişi başına onbeş ila yirmibeş büyükbaş hayvan arasında değişiyordu. Bu sayı yokluk yıllarında en yoksul boylarda kişi başına ikiden aza düşer. Refah döneminde en zengin boylarda kişi başına yaklaşık üç yüze çıkardı (M.Ö.127 Çin kayıtları).
Asya Hunlarının sayısı 1.5 milyon olduğu tahmin edildiğine göre, 30 milyon hayvan bulunuyordu. Ve bunların 4 milyon kadarı attı. Bu sayı bolluk dönemlerinde 12 milyon ata çıkmaktaydı (MS. 46 Tarihi kayıtları).
Bu rakamlar, göçebelerin savaşa en az kişi başına üç at götürdükleri ve bunun oranla her zaman yorgun olmayan bineklere sahip olmak olanağı sağladığı yolundaki görüşleri doğrular niteliktedir. Bir milyon at, 300.000 kişilik ordu için yeterli olmanın yanında aşırı bir sayıdır.
Bir milyon atı beslemek Çin ve Hindistan'da imkânsızdır. Macaristan ve tüm Avrupa otlakları bir milyon at için yetersizdir. Bu nedenle Türkler gittiği her ülkedeki araziyi otlağa çevirmeye çalışmış ve tarımı ikinci plana atmıştır. Çinliler, bu kadar atlı güçten korunmak amacıyla akıldışı fiyatlarla çok sayıda at satın alınarak Orta Asya gücünü kırmaya çalışmıştır (MS. Çin kayıtları). İleri dönemlerde at yetiştiriciliği sebebiyle Türkler'in uygarlık topraklarında (Avrupa-Mısır-Irak-İran-Anadolu-Karadeniz'in kuzeyi) tutunmaları iki yüz yılı almıştır.
Ticaret
Hayvancılık, avcılık, savaş ve istilalar gibi insanlığın temel gereksinimleri Orta Asya'daki Türklerin ekonomik faaliyetlerini fazlasıyla karşılamaktaydı. Ticaret genel olarak Türkler'in yapısıyla uymuyordu. Ancak İpek Yolu ve Kürk Yolunun varlığı, Türkler için vazgeçilmezdi. Bu yolları tam denetim altına alınması, ülkenin refaha kavuşması anlamına gelmekteydi.
İpek yolu'ndan geçen maddeler: Baharat, misk, kürk, madenler, deri, tekstil ürünü, değerli taşlar, porselenler ticari açıdan ipekten değerliydi. Kervanlar Türk kabileleri için büyük gelir kaynağıydı.
Pekçok kabile bu ürünlerin taşımacılığını yapıyordu. Devasa kervanlar ve kervan ticareti ekonomik hayatın büyük kısmını oluşturuyordu. Çin kayıtlarına göre, Çinliler Orta Asya topluluklarından canlı hayvan, deri, kürk ve hayvani gıdalar alırlari onlara giyim eşyası ve tahıl satarlardı.
Şehirlerde yaşayan halk, ticaretle uğraşmaktaydı. Kürk Yolu ve İpek Yolu üzerinde pekçok şehir ve kasaba kurulmuştur. Çin yıllıklarına göre kürk yolundan "sincap, sansar, samur, kunduz ve vaşak" kürkleri ticareti yapılıyordu. Uygur döneminin önemli şehirleri; Karabalgasun, Beşbalık, Turfan, Hoça, Karaçar'dı.
Tarım ve Sanayi
Türk topluluklarının bir kısmı da köylerde ve şehirlerde yaşamaktaydı. İklim ve toprağı elverişli bölgelerde tarımla uğraşılmaktaydı. Yerleşik topluluklarda ipek böcekçiliği oldukça yaygındır. Çin kaynaklarında, Hunlar'ın buğday ve darı yetiştirdiklerinden bahsedilir. Altay ve Sayan Dağları'nda, buğday üretiminin enaz üç bin yıldır yapıldığı arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Göktürk Kağanı Kapgan Kağan'ın Çinle yaptığı anlaşmanın bir maddesi "Göktürklere tarım aletleri ve tohumluk verilmesiyle" ilgiliydi. Hunlar ve Göktürkler zamanında tarımın geliştiğini gösteren kanıtlardan birisi de "Tötö kanalları"dır. Kanalın uzunluğu 10 km kadardır ve Altay bölgesindedir.
Uygurlar döneminde tarımla uğraşan halk Çin kayıtlarına göre "bakla, bezelye, karpuz, kavun ve üzüm" üretmekteydi. Üzümden "şarap ve pekmez" yapılmaktaydı. Bu dönemde tarlaya "tarıglag", çiftçiye "tarıgçı" denmekteydi. Sakalar'ında kullandığı "Saban" kelimesi Türkçe'nin en eski sözcüklerinden birisidir.
Bilge Kağan'ın Çin'deki örneklerine bakarak bir kent kurmayı düşlediği günler, Uygurlar'la birlikte bir Türk realitesi haline gelmiştir.
Orta Asya halklarının bir sanayisi olduğundan söz etmek elbette mümkündür. Bunlar: Keçe ve halı maden sanayi (demir-tunç-altın vb.) alanındaki üstünlüğü çevre ülkelerle kıyaslandığında yadsınamaz. Göktürkler zamanında Bizanslılara bile demir satmışlardır.
 Sanat
Çoğu göçebe olan Orta Asya topluluklarında demircilik ve maden işçiliği gelişmiştir. "Eyer" ve "koşum takımları" yapımı çevre kültürlere göre oldukça gelişmişti. Yapılan eşyaların çoğu pars, kaplan, geyik, kurt, koyun, keçi ve at figürleriyle süslenmekteydi. Realistik sanat anlayışı egemendi. Tekstil ürünlerinde geometrik şekiller ve damgalarda bulunmaktaydı.
Çin kayıtlarına göre Hun başkentinde usta marangozlar ve tahta oymacılar vardı. Masa, sandalye, koltuk, dolap, yatak gibi eşyalar Hun saraylarında ve aristokrat kesimde kullanılıyordu.
En eskisine Pazırık kurganında rastlanan halılar, göçebe ve yerleşik hayatın bir parçasıydı.
Savaş
Karşı tarafca "Yenilmez" olarak kodlanan Orta Asya halkları, bu duygunun güvencesi altında başarılar elde etmiştir. Üzerine yüklenen "Yenilmezlik" vasfını çok iyi kullanmışlardır. Bu sıfat, sürdürdükleri savaşın korkutucu görünmesi gerçekliğe ve düşmanları üzerinde yarattıkları kaygıya uygundu.
İlk Türk toplulukları, başıbozuk ve öfkeli vahşi bir grup değil, düzenli ve iyi yönetilen ordulara sahiptiler. Herkes askerdi. M.Ö. tarihlerden beri ordular tümen sistemiyle kurulurdu. Dönemlerindeki tüm gözlemciler, bu orduların azla yetinme özelliklerine hayran kalmışlardır. Atlı süvariler yanında piyade askerler de vardır. Çin kayıtlarına göre, sefere çıkan Tonyukuk'un askerlerinin 1/3'ü piyadeydi. Ordular aynı zamanda arkasından sürüklediği ekonomi demekti. Ordu sürekli yenilenen ve dinamik bir güçtü. Hareket kabiliyeti genişti.
Savaş aletleri, kalkan, kargı, kılıç, temrendi. Kılıç kabzaları çoğunlukla hayvan figürleriyle süslenmiştir.
Kurganlarda çıkan kalıntılarda, eyerler, at zırhları, koşum takımları, zırh, kılıç, kalkan, oklar vardı. Türk sanatıyla işlenmiştir. Gözetleme kulesi kalıntıları bulunmuştur.
Çin kayıtlarına göre Hunların ve Göktürklerin bir milyon civarında askeri vardı. Çin kayıtlarına göre, en iyi süvariler ve en iyi okçular Orta Asya halklarınınkiydi.
Türklerin kullandıkları savaş taktikleri arasında Geri çekilme taktiği, Hilal taktiği, Kurt kapanı taktiği, Çöle sürme taktiği gibi taktikler sayılmaktadır.
Bozkurtun yeri
Genel olarak her halkın kendine özkü bir kültür yapısı vardır. Bu kültür yapısı genellikle halkın yaşadığı bölgenin yapısına göre şekillenir. Türk kültürüde buna uygun olarak Asya'nın bozkır yapısı üzerine oluşmuştur. Bozkurtlarda bu oluşumun getirilerinden biridir.

Bozkurtlarda düzenli bir grup, aile şekliyle hareket etmeleri, avlanmaları sebebiyle Türklerin dikkatini çekmişlerdir. Bozkurtların dini olarak gökyüzüne bakarak ulumaları(Türkler dua ettiklerini sanırdı) , askeri olarak avlanırken kullandıkları taktikler başta olmak üzere; yaşam şekilleri Türkleri etkilemiş ve onları örnek almalarını sağlayarak başlıca bir kültür öğesi haline getirmiştir. Örneğin Türklerin savaşlarında sıkça kullandığı Hilal taktiği(Turan taktiği), bozkurtların avlanırken kullandığı bir hareket şeklinden türediği öne sürülmektedir.
Giyim ve Beslenme
Gerek Ön-Türk kültürlerinde gerekse Hun ve Göktürk kurganlarında günlük hayatta kullanıldığı anlaşılan, düğme, kemer, kemer tokası, ilkel pantolon, ilkel ceket, çizme, şemsiye bulunmuştur.
Çevre medeniyetlerle karşılaştırıldığında (Çin-Hindistan) ketenin ilk Orta Asya bozkırlarında kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanında pamuk, kenevir, yün ve ipek kullanımı da mevcuttur.
Din
Ana maddeler: Tengricilik, Tengri
İlk Türk topluluklarında dini açıdan ise Tengricilik (Göktanrı dini) ve Yer Tanrı Dini olduğu söylenegelmiştir, bu yanlış bir tercümeden ibaretttir aslı Yerin ve göğün tanrısıdır. Göktürkçede cennet, "uçmak"; cehennem "tamu" olarak tanımlanıyordu. Din adamlarına "kam" deniyordu. Bunun yanında "Atalar kültü" adı verilen ritüeller de toplum yaşantısında öne çıkyordu. Orta Çağ'ın sonlarıyla farklı dinlerle de tanışmışlardır. Ölen kişi adına "yuğ" adı verilen cenaze töreni yapılırdı.Fakat bazı kaynaklarda da Şamanizm ya da Kamcılık (şamanlar tarafından "deneyim" olarak ifade edilir), varlığı tüm insanların tarihinde erken taş devrine ve daha da geriye kadar kanıtlanabilen, inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniği olan bu din inancı belirtilir.
Şamanizmi uzun süre ayakta tutmuş olan toplulukların arasında Türkler de vardır. Eski Türk şamanizm geleneği, Kuzey ve Orta Asya'nın bazı Türk topluluklarında günümüze kadar hâlâ sürdürülmektedir densede, Tarihde puta tapmamış tek millet Türklerdir. Türklerin asıl dini Hanif dinidir, İslam dini ile tanışmaları ve kabül görmesi bu yüzden kolay olmuştur.