Wikipedia

Arama sonuçları

8 Aralık 2013 Pazar

Almış eline sazı konuşuyor

Sevgili okuyucularım, malum şahıs her gün bir yerlerde dolanıyor. Kah içeride, kah dışarıda… Altında devletin uçakları, helikopterleri, lüks araçları…
Yanında 1.600 kişiden oluşan acayip bir koruma ordusu.
Emrinde devletin valileri, kaymakamları, bütün bürokratları ve belediye başkanları.
Devletin parasıyla, yani bizim paramızla seçim çalışması!
Halkın arasına karışmaktan korkuyor. Sürekli olarak “Öldürülme korkusu” içinde.
Onun bu korkusunu bilenler de kamuoyuna ha babam de babam gaz pompalıyor:
“Başbakan’a suikast yapacaktı, yakalandı…”
“Başbakanlık önünde canlı bomba…”
“Suikast çetesi ihbarı yapıldı, polis alarmda!..”
Medyaya yansıtılan bu düzmece ve bizim gazetecilik deyişiyle asparagas haberleri kim piyasaya sürüyor, tahmin edin!

* * * * * *

Devlet gücünü geçirmiş eline, her yerde nutuk atıyor, başkaları tarafından hazırlanan yazılı metinleri çıkıp kürsülerden -sanki kendisi söylüyormuş gibi- önündeki aygıttan okuyor.
Huyudur, her konuşmasında çarpıcı bir şeyler söylüyor.
Eğer onun hoşlanmadığı şeyler yazan bir gazeteci iseniz, sizi vatan haini ilan etmekten bile sıkılmıyor.
Söylediği yalanlar belgelerle ortaya çıktığında ise ağzını açamıyor.
“Şiir okuduğu için hapis yattığını” iddia ediyor, yargı kararını ortaya koyuyorum, o konuda tık yok!
İşine geldiği zaman konuşuyor, gelmediği zaman sütre gerisine çekiliyor.

* * * * *

Suriye olayını kaşıdıkça kaşıdı, Esad’ı düşman ilan etti, en kısa zamanda yıkılacağını defalarca söyledi. Cuma namazını Şam’da kılmaktan söz etti!
Verdiği destekle Suriye sınırımıza PKK’nın ve şeriatçı örgütlerin yerleşmesini sağladı. Esad’ın Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerden gönderilen ithal malı profesyonel silahlı muhaliflerine ülkemizin sınırlarını açtı, yüz binlerce lirayı onların emirlerine sundu.
Şimdi Suriye’den gelen ve sayıları bir milyona ulaşan sığınmacıları ne yapacağını bilemiyor. Ağlaşmaya başladı:
“Ama olmaz ki, biz bu sığınmacılar için bir milyar dolar harcadık, dışarıdan gelen yardım sadece 180 milyon dolar. Bunca parayı biz cepten harcıyoruz!..”
Dışarıdan, uluslararası kuruluşlardan para dileniyor.
Günaydın bayım, bunları Suriye olaylarını kaşımadan önce düşünecektin. Sana geçmiş olsun!
Bir ara Mısır’a posta koymaya kalkıştı, mitingler düzenledi, şeriatçı örgütlere arka çıktı, eliyle saçma sapan işaretler yapıp protesto etti.
Sonuç: Mısır, Kahire’deki büyükelçimizi kovdu!

* * * * *

Daha iki hafta önce Moskova gezisinde Putin’e söylediği sözler inanılır gibi değildi:
“AB üyeliğinden vazgeçelim, bizi Şanghay beşlisine alın!”
(Şanghay beşlisi: Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulan siyasi, ekonomik ve askeri bir yapılanma. Sonra altıncı üye olarak Özbekistan katıldı. Amacı ABD ve AB’ye karşı güç oluşturmak.)
Aynı gün ABD ve AB’den tepki gelince “Putin’e espri yapmıştım” dedi.

* * * * *

Bir süre önce, 2020 Olimpiyatları’nın hangi kentte yapılacağı tartışılıyordu. Arjantin’de oylama yapılacaktı. İstanbul’da Japon Başbakanına şöyle dedi:
“Sen şimdi dönüşte Tokyo Valisi’ne talimat ver, Tokyo olimpiyat adaylığından çekilsin, olimpiyatları İstanbul’da yapalım.”
Japon Başbakanı gülme krizine girdi ama efendi adammış, bir şey demedi.
Olimpiyat oylamasına 600 kişilik heyetle gitti, nasihat aldı.
İki hafta önce Paris’te EXPO (dünyanın en büyük uluslararası fuar organizasyonu) oylaması yapılacaktı ve İzmir adaydı. Paris’e Ulaştırma Bakanı dahil bir sürü adamını kulis yapsın diye gönderdi ve işi Dubai’ye kaptırdı. Bakan Bey “Oylamada Arapların para döndürdüğünü” söyledi.
Böylece birkaç ay arayla iki büyük oylamadan yenik çıktı.
Kazansaydı, yıllarca ensemizde boza pişirecekti:
“Dünya devi olduğumuzu gösterdik. Şimdi hedef 2023, Cumhuriyet’in 100. yılı!..”
Hani kamu kurumlarından T.C.’sini kaldırttığı Cumhuriyet var ya, işte o!..

* * * * *

Konuştukça konuşuyor, sevmediklerini vatan haini ilan ediyor, yandaşlar fırsattan yararlanıp köşe dönüyor.
Şimdi aile boyu üniversite kurmaya soyundular.
Adı da ona yakışır!..
“İbn-i Haldun!”
Değirmenin suyu nereden geliyor, asla belli değildir.

* * * * *

Dershaneler yüzünden Fethullah ekibiyle giriştiği kavga, Türkiye için bir ibret belgesidir.
Elleriyle büyüttüğü birilerine devleti nasıl teslim ettiğini güç bile olsa sonunda anladı. Boynuz kulağı geçmiş, özellikle polisi ve yargıyı ele geçirmiş, Tayyip’in adamlarını tasfiye etmeye başlamış, Necdet Bey sayesinde Türk Ordusu’na da sızmıştı.
Düşündü, “Ben bunları ellerindeki dershaneleri alarak yok ederim. Para kaynaklarını kuruturum” dedi ve operasyon başlattı.
Ancak karşı taraf güçlüydü. Sert çıktı, tehdit etti, geri adım atmadı… Kavga büyüyünce bizimki ağlaştı:
“Bugüne kadar bizden ne istediniz de vermedik..”
Sadece bu sözler bile, Türk siyaset tarihine vurulan kara bir lekedir ve asla unutulmaması gerekir.
Bu sözler Türkiye’yi kimlerin, hangi kafaların nasıl pazarlıklarla yönettiğinin belgesidir… Çünkü bu kez onun yandaşları aynı silahla Fethullah ekibine vurmaya başladı:
“Sıkıysa söyleyin bakalım, kaç valiniz, kaç kaymakamınız, kaç emniyet müdürünüz var!.. Bunları size biz vermedik mi!..”

* * * * *

Devletin ve ülkenin her kurumunu ele geçirdi. Ele geçirmek bir yana, insanlar korkutuldu ve sindirildi.
Spor sektörü de tümüyle elinde. Bütün federasyon başkanları değişti, yandaşlar getirildi.
Son Fethiyespor olayı, yaşananların somut örneği. Futbol Federasyonu, Fenerbahçe maçına formalarında Y-Ü-C-E-A-T-A-T-Ü-R-K dizilişiyle çıkan Fethiyespor’u disiplin kuruluna sevk etti.
Büyük bir para cezası verilecek.
Utanın be, gerçekten utanın.
Fenerbahçe futbolcusu Emre bir süre önce bir maçta attığı gol sonrasında eliyle Tayyip’in Rabia (dört parmak) işaretini yapmamış mıydı? Bu, Mısır’daki şeriatçı örgütlerin simgesi. Peki
federasyon o futbolcuya ceza vermiş miydi? Niçin vermemişti de şimdi Fethiyespor’a vermeye
hazırlanıyor?
Federasyon Başkanı olan Yıldırım Demirören, başkanı olduğu Beşiktaş’ı batıran, iflasa sürükleyen kişi. Babası Erdoğan Demirören yandaş Milliyet ve Vatan gazetelerinin sahibi. Gazeteleri Tayyip’in emriyle, onun icazetiyle satın aldı.
Babası Tayyip’in yandaş medya patronu, oğlu Tayyip’in federasyon başkanı…
Mekanizma iyi kurulmuş!
Fethiyespor Kulübü’ne bu suçu (!) nedeniyle para cezası verildiği takdirde, Türkiye çapında bir bağış kampanyası açılıp paranın Türk Milleti tarafından ödenmesi gündeme gelmelidir.
Sevgili okuyucularım, bugün size şundan bundan, kısacık değinmelerle bir şeyler karalamaya çalıştım.
Ülkemiz ne yazık ki bunların, bu kafaların elinde. Ama teslim bayrağı çekmek yok. Mücadelemizi sonuna kadar aslanlar gibi hep birlikte vereceğiz.
Bizim vatanımızı teslim almak öyle kolay değil.


Emin ÇÖLAŞAN/Sözcü Gazetesi 

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Manevi Cihazlanma Derneği

Manevi Cihazlanma Derneği

Türkiye’de, “Manevi Cihazlanma Derneği”  Beyoğlu, Asmalımescit Sokağı’ndaki bir apartmanın üst katında faaliyetlerini sürdürmüştür.  Derneğin üyesi ve kurucularından biri ünlü İs­tanbul Valisi Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dır.
Gökay, 33. dereceden masondu. Sayısız derneğin kurucusu ve üyesiydi. Mason cemaati içinde adı çok geçen bir valiydi. Manevi Cihazlanma Derneği’nin bazı özel toplantıları bu “mi­nik” valinin Kadıköy-Göztepe’deki köşkünde yapılırdı. Derne­ğin başka bir toplantı yeri de Kadıköy-Selamiçeşme’deki İsmail Agar’ın köşküydü. İsmail Ağar, 1961'de idam edilen Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun yakın akrabasıydı. Derneğin tüm üyeleri Circle d’Orient’ın (Büyük Kulüp) üyeleriydiler. Derneğin açık propagandası “Anti Komünizm”di ve buna karşı “Ma­neviyatı” yeniden “Cihazlandırmak” gerekiyordu! Dernek, aynı zamanda İstanbul’da sayısız “Güzelleştirme Derneği” açmış ve buralardan “Adam Derlemişti” !!!
1960 yıllarındaki 27 Mayıs darbesinden önce dernek Menderes hükümetine ilginç bir “Reconciliation” projesi götürmüştü. Buna göre İstanbul şehri “Dünya Dinlerinin Başkenti” yapıla­caktı. Fener Patrikhanesi, Vatikan gibi bir devlet haline getirile­cek, Kariye Camisi bir tür Hilafet Merkezi yapılacak ve Yahudi­lik de en üst düzeyde yeniden yapılandırılacaktı. (Dönme ve Karaim Yahudileri de böylelikle temsil hakkına kavuşacaklardı) Bu projeyi hayata geçirmek için Manevi Cihazlanma Örgütü’nün Türkiye Şubesi, 1957'den sonra Menderes’e ünlü “İstimlak ve Onarım” projesi­ni götürmüş ve Ayasofya’da “Ortodoks İbadetine” başlanması­nı salık vermişti. Derneğin o dönemdeki başkanı DP Milletveki­li Ekrem Tok’tu.
Bu derneğin üyelerinin tamamı masondu. İlginçtir ki bu ki­şiler İstanbul’u “Dünya Dinlerinin Başkenti” yapmak idealleri­ni 1963'ten sonra “Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü” toplantıla­rı ile yaygınlaştırmışlardı. Son yıllarda moda olan üç din birliği projesi (İbrahim’i Dinler Projesi) de bu örgüt tarafından ilk kez 1957'de mason derneklerinde teklif haline getirilmişti.

Manevi Cihazlanma Derneği’nden yetişen ve/veya ona üye yapılmış birçok siyasetçi, bilim adamı, işadamı ve bürokrat var­dı. Bunlardan biri daha sonra Türkiye tarihinde önemli rol oy­nadı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a yakınlığıyla tanınan bu kişi Hazım Atıf Kuyucak idi. İktisat Profesörü olan Kuyucak, 27 Ma­yıs sonrasında adını unutturdu ve Masonik
“Uykuya Yattı”. Kuyucak, masonların en üst kurulu olan “Supreme Council”de ki en etkili iki profesörden biriydi (diğeri Sahir Erman). Türkiye’nin tüm petrol tasarıları ve anlaşmaları onun elindeydi. Fa­kültedeki görevini başka bir mason biraderine (Prof. Şükrü Baban’a) bırakarak tüm çabalarını Türkiye’nin Avrupa ile “Bütün­leştirilmesi” meselesine adamıştı. Hazım Atıf Kuyucak, mason­ların en etkili “Spekülatif” locası, “Nur Locası’nın” 33 dereceli Maşrık-ı-Azamı idi. Ünlü Bilderberg’in 1959'da İstanbul Yeşil­köy’de toplanan gizli oturumunda Türkiye’yi Kuyucak temsil etmişti. Günümüzde AB-Türkiye ilişkilerinin perde arkasında kalan görüşmelerini masonlar yönetmektedirler. Özellikle Fran­sız Büyük Doğu Mason Locası’nın Üstadı Alain Bauer ile Türki­ye’deki masonlar bağlantılıdır.
İlginçtir ki Kuyucak, aynı zamanda “Gül ve Haç Kardeşli­ği” gizli örgütünün de 1964'e kadar başında olan kişiydi. Gül ve Haçın gizli toplantıları İstanbul ve İzmir’de yapılıyordu (İstan­bul’da Teşvikiye’de). 1964'te Gül ve Haç Şövalyeliği’ne yeni bir isim getirildi. Bu kişi İzmirli bir Avdeti Sabetaycı olan Cemal Bi­rik’ti. 17. derecede Mason olan Birik’i 1964'te İskoç Riti’nin iz­niyle önce Tapınak Şövalyeliği mertebesine, sonra da 33 derece­ye çıkartarak Gül ve Haç Baş Şövalyesi tayin edenler Hazım Atıf Kuyucak, Necmettin Erol ve çok ilginç bir siyasetçi olmuş­tu: TC Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili ve adayı İhsan Sabri Çağlayangil. Eski bir vali ve istihbaratçı olan Çağlayangil, 33 derecedeki siyasetçilerden biriydi. Ünlü Humeyni, Bursa’da zorunlu oturuma tabiyken Çağlayangil, Ayetullah ile ilgili tüm gizli bilgilerin elinde toplandığı kişiydi. Çağlayangil, Manevi Cihazlanma Derneği’nin Türkiye’deki güçlü ellerinden biriydi. Başta Koç ve Sabancı aile­leri olmak üzere kalburüstü kişileri bu İsviçreli örgütle tanıştı­ran oydu.
Gül ve Haç Kardeşliği / Avrupa Birliği’nin Gizli Masonik Kimliği
Aytunç Altındal (Alıntı)

1920’lerin Wikileaks belgeleri

1920’lerin Wikileaks belgeleri

İngiliz arşivlerinden yeni gün ışığına çıkan raporlar, İstanbul’u işgal edenlerin gözüyle yakın tarihimizin şifrelerini de ele veriyor. İşte Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’u işgal eden İngilizlerin Türkiye’ye dair iç yazışmaları ve gizli raporları
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf  Devletleri İstanbul'a gelip yerleşmişti. Artık elçilik yerine işgal devrine mahsus Yüksek Komiserlik kurmuş, Osmanlı ile ülkeleri arasındaki ilişkileri bu şekilde yürütüyorlardı. Bunun yanında ülkenin genel seyrini de kapsayan raporları ülkelerinin dışişleri bakanlarına ya da ilgili kuruluşlara iletiyorlardı.
Marmara Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Ali Satan'ın yakın zamanda ortaya çıkardığı belgeler de gösteriyor ki, o dönemde İngiliz Yüksek Komiserliği'nin Londra'ya Lord Curzon'a ilettiği bilgiler, "Wikileaks belgeleri"ndekilerden farksız. Lord Curzon'a iletilen belgeleri İngiliz arşivlerinden derleyen Satan, bunları kitap haline getirerek Tarihçi Yayınevi'nden yayınlandı.
O günlerin Wikileaks belgeleri olarak değerlendirilebilecek raporlar, "İstanbul ve Ankara Hükümetlerinin dış ilişkileri, Osmanlı donanmasının durumu, Harbiye Nezareti'nin milli mücadeleyi destekleyen faaliyetleri, mevcut Osmanlı ordusu, polis teşkilatı, hükümetlerin mali durumları, Ermeni ve Kürt meseleleri" gibi ana başlıkları içeriyor. Ayrıntılara indikçe ise "Mustafa Kemal'in ya da Vahdettin'in kişilik analizleri, Yunanistan'ın İstanbul'u işgal etme planı, Refet Paşa'nın gün yüzüne çıkmamış anlaşması, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmadan Damat Ferit'in Paris'e gönderilişi, Vahdettin'in muhafızlarının değiştirilmesiyle hayati tehlike sinyallerinin artması" gibi tarihte kelebek etkisi yaratan olaylar da var. İşte, 1920'lerde işgalci İngiliz Yüksek Komiserliği'nin İstanbul ve Ankara hükümeti için hazırladığı Wikileaks belgelerinden notlar.
#Sayfa#İngilizlerin Türkiye haritası
"Ateşkes'in (Mondros) başlangıcından 1920'nin sonuna kadar süren dönemi kapsayan ve bu raporun konusunu oluşturan Türkiye'deki olayları değerlendirirken, Eski Rusya ve İran sınırlarına kadar uzanan Kürt Bölgesi ve Ermenistan ile birlikte, kabaca İskenderun Körfezi ve onun doğusunda kalan hattın güney sınırını oluşturduğu toprakların da dâhil edileceği Anadolu ve Doğu Trakya'dan ibaret bir Türkiye düşünülmelidir. Ateşkes anlaşması ile karara bağlanmış adı geçen bu sınırlar, ılımlı Türk milliyetçilerinin gelecekteki muhtemel bir Türk devleti için talep ettikleri sınırlar ile birebir örtüştüğünden, bu tanımlamanın akılda tutulması faydalı olacaktır."
***
Mustafa Kemal Samsun'a çıkmadan, Damat Ferit Paris'e gönderildi
"Mustafa Kemal'in bölgeye (Samsun'a) yollanma girişiminin ilk adımı, Ferit Paşa'nın Paris'e doğru yola çıkmasından hemen önce atılmış olmakla birlikte, daha büyük bir projeyi uygulamaya koymak için Paşa'nın (Damat Ferit) şehirden ayrılması söylenmiştir."
***
Damat Ferit dahi Milli Mücadele'ye sıcak bakmaktaydı
"Milli Mücadele hareketi ile ters düştüğü görülen kişi ve kurumların, milletin yeniden dirilişi formüllerine tümüyle muhalif oldukları düşünülmemelidir. Muhtemeldir ki, Damat Ferit Paşa'nın kendisi dahi, halkta var olan vatanseverlik duygusunun teşkilatlandırılmasına sıcak bakmaktaydı."
***
Zafer, Wilson'ın Sevr planını bozdu
"Ermenilere karşı girişilen başarılı mücadele Türklerin moralini hayli yükseltmişti çünkü tam da Başkan Wilson'ın Sevr Antlaşması'nın maddelerinde Ermeniler lehine değişiklikler yapılacağını duyurduğu sırada Milli Mücadele temel hedeflerinden ilkine ulaşmıştı. Bir gram gerçek, binlerce tonluk Müttefik teorisine bedeldir."
***
Ankara Hükümeti bütçesi İstanbul'dan iyi
"Mali durumları ile ilgili eldeki veriler birbirini tutmamasına rağmen durumlarının İstanbul Hükümeti'nden daha iyi olduğu bir gerçektir. Ankara Hükümeti yeni mali yıl için toplam 79.333.440 lira gelir beklerken 86.529.650 lira harcama öngörmekteydi. Söz konusu rakamların doğruluğunu kabul edecek olursak Türkiye için küçük sayılabilecek bu bütçe açığının çeşitli gelirler ve harcama kalemlerinde yapılacak tasarruflarla kapatılacağı ifade edilmektedir." (1920)
***
Azınlıklar savaş dışında zarar görmedi
"Güvenliklerinden endişe duyan gayrimüslim azınlıklar, savaşın yüzünü gösterdiği belli bölgeler dışında kötü muameleyle karşı karşıya bırakılmamışlardır." (1920)
#Sayfa#Ankara'nın proletarya söylemi halktan rağbet görmedi
"(Ankara Hükümeti'nin) milliyetçi bir yapıya sahip olduğunu söylerken Bolşeviklerden ve Avrupa'dan ödünç alınan 'proletarya' ve 'halk iradesi' gibi ifadeler haktan rağbet görmemiş ve sadece bu ifadeleri kullanan yönetici kadronun ağzında birer slogan olarak kalmaktan öteye gidememiştir." (1920)
+++
Bolşeviklerden ve İtalyanlardan silah yardımı
"Ateşkes sonrasında yüklü miktarda silah ve cephane müttefik yetkililerin denetiminden kaçırılmış olmalı ki bu yönde (Ankara Hükümeti'nin) bir eksiklerinin olduğu hakkında herhangi bir işaret yok gibidir. Bolşeviklerin ve İtalyanların bu konuda bazı desteklerde bulunduklarına dair haberler alınmaktadır." (1920)
+++
Milli Mücadele ile İttihat Terakki aynı şey değil
"Milli Mücadele genellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yeniden dirilişi olarak gösterilse de bunun tümüyle gerçeği yansıttığından söz edilemez." (1920)
+++
Dağları elinde tutan gücü elinde tutar
"İdari bir özerklik haricinde Türklerin, Kürtlerin milli emellerine şiddetle karşı çıkmasının esas sebebi, bölgedeki bir Kürt devletinin oluşturulma sürecinde Türk topraklarının uğrayacağı kayıplardan ziyade gelecekte Türkiye'nin hemen yanı başında vücut bulacak bu tür bir devletin kabul edilemeyeceği, bunun Türklerin askeri ve siyasi açıdan, Suriye, Mezopotamya ve İran'ın sahip olduğu düz araziye tekrar nüfuz etme ümitlerini ortadan kaldırabileceği endişesidir. Dağların denetimini her kim elinde tutarsa adı geçen bu ülkelere karşı hiç şüphesiz ki potansiyel bir tehdit oluşturacaktır." (1920)
+++
İstanbul Hükümeti, Yunanlılara karşı Ankara'nın yanında
"Hükümet, Ankara Hükümeti'nin kendini beğenmiş tavrına içerlemiş ve Milli Mücadele yanlılarının mesafeli yaklaşımına maruz kalmış olsa da, doğal olarak desteğini Yunanlılarla mücadele eden Ankara'dan yana koymuştur. En azından İstanbul'daki nazırlardan biri bu süreçte Milli Mücadele güçlerine silah ve cephane tedarikinde bulunmak için elinden geleni yapmıştır." (Hariciye Nazırı İzzet Paşa - 1921)
+++
Vahdettin muhafızlar tarafından öldürülebilirdi
"Padişah (Vahdettin) hayatını kurtarmak için kaçması gereken anın geldiğine karar verdi; Padişah'ın haklı gerekçeleri vardı. Muhafızları Refet Paşa tarafından değiştirilmişti. Kalması ne kendi ne de halkının çıkarına idi. Gitmesiyle Ankara'nın ferahlamış olması büyük ihtimaldir." (1922)
+++
Yunanlılar, İstanbul'u işgal edecekti
"…31 Temmuz günü Yunanistan, buna rağmen, açıkça İstanbul'un işgali için izin istedi. Majesteleri'nin hükümeti açıkça bu fikri değerlendirmeyi reddetti. Fransız ve İtalyan hükümetlerinin cevapları da aynı şekilde kesindi" (Türkiye Büyük Taarruz'a hazırlanırken Yunanistan, Trakya'daki kuvvetini 4 tümene çıkarıyor. Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya'nın karşı çıkmasıyla harekat başlamadan bitiyor.)
#Sayfa#İNGİLİZ YÜKSEK KOMİSERİ'NİN GÖZÜNDEN DEVLET ADAMLARI
Fransızca biliyor ama konuşmuyor.
"Hayli zeki bir adam olan Padişah (Vahdettin) samimi, gerçekten hevesli ve yapmacık olmayan bir kişiliğe sahip, ülkesine hizmet etme ve hanedanlığını koruma arzusu kuvvetli, ülkedeki her türlü topluluğa adaletle davranılması hususuna içtenlikte taraftar olduğu izlenimini veren biridir… Fikirlerini ana hatlarıyla etkili ve açık bir biçimde ifade edebilmektedir. Belli bir düzeyde Fransızca bilmekte ama konuşmamaktadır."
Mustafa Kemal'in kibirli olduğu söylenebilir
"Kibirli biri olduğu söylenebilir… 1913'te askeri ateşe olarak Sofya'ya atanmıştır. Bugün dahi devam eden eğlenceye ve içkiye olan düşkünlüğünün bu günlere dayandığı dile getirilmektedir. Savaş sırasında üst düzeyde cesaret göstermiş ve bir gözünü yitirmiş olduğu söylenmektedir. Muhtemelen kendisinin hazırladığı konuşmaları, kitleleri ve her türlü durumu başarıyla yönlendirme yeteneğine sahip olduğunu açıkça yansıtmaktadır. Fevkalade gösterişli ve otoriter bir görünüme sahip olmakla birlikte kendisini aşırı vatanseverlik ve dürüstlükten yoksun biri olmakla suçlamak için ortada bir sebep görünmemektedir."


Kazım Karabekir, Bolşeviklerle ittifaka M. Kemal'den daha hevesli
"Bazı iddialara göre Bolşeviklerle kurulabilecek olası bir ittifaka Mustafa Kemal'den çok daha sıcak bakmaktadır. Diğerlerine göre ise temelde padişaha bağlı bir asker ve Ankara'nın siyasetine güven duymayan bir şahıstır. Her şeye rağmen potansiyel öneme sahip farklı bir kişiliktir."

Refet Paşa'nın gizli anlaşması
"Refet Paşa'nın General Harington ile yaptığı özel bir anlaşma ile müttefiklerle ilişkileri ifşa olmuştur. Osmanlıların, Türk makamlarına başvurmadan veya müdahalesi olmadan yıl sonuna kadar ülke dışına gizlice çıkarılması için bir istisna yapmayı taahhüt etti." (1922)

Yunan Yüksek Komiseri'nden itiraf
"Milli Mücadele yanlılarının Pontus Cemiyeti'nin varlığı hakkındaki söylediklerinin çok da temelsiz şeyler olmadığına inanmak için geçerli sebepler bulunmaktadır. Üstelik İstanbul'daki Yunan Yüksek Komiseri de bölgeye silah gönderilmesi için kendisinden talepte bulunulduğunu kabul etmiştir." (1921)
İstiklal Mahkemeleri'nde birkaç Hıristiyan asıldı
"Belli merkezlerde İstiklal Mahkemeleri kurulmuş; ileri gelen birkaç Hıristiyan, Rum Pontus Cumhuriyeti'ni Kurma Derneği'ne bağlı aktif üye olmak suretiyle vatana ihanet suçu işledikleri için ölüm cezasına çarptırılmışlardır." (1921)
Halifeliğe müdahale halkı öfkelendirir
"Halifeliğin, Padişah'tan alınıp Şeyh Senusi gibi şimdilerde Anadolu'da gezinen onurlu bir din adamına verilmesi ve etrafında tüm İslam âleminin temsilcilerinden oluşan bir heyetin oluşturulması fikri de zaman zaman öne çıkmaktadır. Bu tür projeler henüz havadadır ve Ankara'nın ileri gelenlerinin bunlara, sonuçları önceden kestirilmeyen siyasi gelişmelere sebep olabileceği fikriyle, sıcak bakıp bakmadıkları şüphelidir. Benzer şekilde bu tür bir gelişme itaatkâr Anadolu köylüsünün güçlü ve derin bir biçimde yaşattığı birkaç hissiyattan birine tecavüz etme anlamına gelebilir ki bu halkın öfkelenmesine yol açabilir." (1920)

2. Abdülhamid i devirenlerin hatası

2. Abdülhamid i devirenlerin hatası
2. Abdülhamid hiç şüphesiz tarihimizin en çok tartışılan ve güncelliğinin koruyan şahsiyeti. 33 yıl yönettiği Devlet-i Aliyye'de çöküş döneminde bir yükseliş yaşattığı herkesin ortak
görüşüdür. Siyasi bir deha olan Abdülhamid bu özelliğini Musul ve Bağdat petrollerinde yürüttüğü politika ile de ispatlamıştır.


HERKESİN İSTEDİĞİ BAĞDAT - MUSUL PETROLLERİ

Derin Tarih Dergisi'nden Arzu Terzi, 2. Abdülhamid'in Bağdat ve Musul petrollerini nasıl koruduğuna ve ne gibi stratejik hamleler yaptığını anlattı. Bağdat ve Musul vilayetlerinde rekabet ve çekişmeler Abdülhamid döneminde gittikçe kuvetlenir. Çünkü bölge, makineleşmenin en önemli kaynağı petrole sahiptir. Özellikle yüzyılın ikinci yarısından itibaren petrolün sadece aydınlanmada değil, sanayideki öneminin de anlaşılmaya başlanması, dönemin güçlü devletlerini bölge üzerinde önce tam bir mücadeleye sonra da savaşa götürecektir.

PETROLLER PADİŞAHIN MÜLKÜ OLUYOR

Abdülhamid zamanında önceki ve sonraki padişahlarda rastalanmayan bir kişisel mülk edinme uygulaması gerçekleştirilmiştir.

Padişahın kişisel mülk edinme sebebi, devletin petrol yatakları ve diğer zenginliklerinin paylaşılmak üzere masaya yatırıldığı bir dönemde, devlet mülkünün elden çıkma ihtimaline karşılık, onları şahsi mülk zırh içinde koruma altına alma gayretidir.

ABDÜLHAMİD'DEN STRATEJİK HAMLE

İşte bu politikadan yola çıkarak memleket genelinde nerede stratejik öneme sahip gelirt getiren arazi ve işletme varsa padişah mülükü haline getirilmiştir. Bu sayede arazi ve maden yatakları üzerinde işletme kurmak isteyen yabancı talipler doğrudan padişaha başvurmak zorunda kalacaklardı.

OSMANLI YILLARDIR PETROLÜ İŞLETİYOR

Bağdat ve Musul vilayetlerinin sınırları dahilinde yer alan, Osmanlı'nın neft dediği, aydınlanmada ve hayvanlarının iyileştirilmesinde kullanılan petrol, yüzyıllardır Osmanlı Devleti tarafından toprak ve tımar sahiplerine verilerek işletilmiştir. 1847'de Musul vilayetinde Tanzimat uygulanmasına başlanmasından sonra ise petrol yatakları devlete devredilmeye başlanır. Bununla birlikte Musul ve Bağdat'taki petrol yatakları bu dönemde de müzayede yolu ile Osmanlı tebaasına ihale edilir. Dolayısıyla bu kaynakların çoğu ilkel yollarla da olsa işletilmiştir.

BATILI DEVLETLERİ PETROLÜN PEŞİNDE

Abdülhamid'in Musul petrollerini şahsi mülkü yapmasının asıl hedefi başta İngiltere, Fransa ve özellikle 1888 demiryolu imtiyazıyla asıl hedefleri Musul petrolleri olan Almanların umutlarını kırarak, petrol yataklarının padişah emlakına geçirilişi manevrasıdır.

ABDÜLHAMİD YABANCI DEVLETLERİ PANİĞE SOKTU

Bölge petrollerinin şahsi mülk haline getirilmesi Mezopotamya bölgesinde 19. yüzyıl boyunca araştırma yapan ve petrol yataklarının elde edilmesi için planlar kuran yabancı devletleri paniğe soktu. Bu dönemde sahneye konan güçlü stratejilere ve imtiyaz alma mücadelelerine karşı Abdülhamid'in politikasıysa petrol yataklarının tek bir şirket halinde işletimi önerisinde bulunmaktı. Böylece talip devletlere pastadan daha büyük bir pay sunuyor, bu işletme teklifi koz olarak kullanılıp siyasi arenada denge politikası yürütülüyordu.

FRANSIZLAR RESMEN İSTEDİLER

Nitekim bölge petrollerinin tek bir şirket halinde işletimi hususunda Abdülhamid'de çok sayıda başvuru yapıldı. En önemlilerinde biri, Fransız maden mühendisi Jakraz'ın yaptığı incelemelerden sonra Fransızların yaptığı tekliftir.

AKBABALAR İŞ BAŞINDA

Aynı şekilde Hazine-i Hassa Nezareti'nce görevlendiren Alman mühendis Grasfkopf'un incelemeleri neticesinde Alman demiryolu şirketinin taleplerinin başlaması da oldukça dikkat çekicidir. Bu tabloya çok geçmeden Hollanda ve Belçika da katılır. İran petrollerinin imtiyaz ve işletmesini ele geçrimiş olan İngiltere ve hemen akabinde Amerika kısa sürede sahnedeki yerlerini alacaktır.

ABDÜLHAMİD'İN GİTMESİ İLE ELDEN ÇIKIYOR

Abdülhamid'in tahttan indirilmnesiyle Bağdat - Musul petrolleri, imtiyazları kişisel mülk olmaktan çıkarılarak devletleştirilmiş ve beklenen son gelmiştir. Nitekim yukarıda adı geçen devletlerin mücadelesi önce Babıâli'de, sonra da savaşta devam ederek petrol yatakları Osmanlıların elinden tamamen çıkacaktır.

ORTADOĞU'DA ADALET ORTADAN KALKTI

Görüldüğü üzere sömürgeci devletlerin başta petrol olmak üzere verimli araziler ve doğal kaynaklara sahip olmak, stratejik olarak önemli köşe başlarını tutmak ve bazı merkezleri etkisiz hale getirmek için ilgilendikleri en önemli bölgelerden Bağdat ve Musul'daki asıl mücadele Abdülhamid döneminde başlamıştır. Mücadelenin kaynağı ve tarihi boyutu tam olarak bilindiğinde Batılıların bugün Ortadoğu diye adlandırdığı bu bölgede niçin huzur ve adaletin hala sağlanamadığı ve hangi çıkarlar uğruna nelerin feda edildiği daha iyi anlaşılacaktır.

WİLSON İLKELERİ

WİLSON İLKELERİ
ABD Başkanı Wilson savaşa girmeden önce ilan ettiği bu ilkeler ile şunları amaçladı:
• Savaşın bir an önce bitmesini sağlamak.
• Savaş sonrası statükoyu belirlemek.
• Yenilen devletleri koruyarak ABD politikalarını etkin kılmak.
- İngiltere ve Fransa çıkarlarına ters olmasına rağmen, ABD’nin desteğini alabilmek için bunu kabul ettiler.
- Yenilen devletlerin ilkeler ile korunması savaşın sonuçlanmasını hızlandırdı.

Bu Maddeler Şunlardır:
- Savaş sırasında gizli anlaşmalar olamayacak.
- Savaş sonrasında yenilenden toprak ve tazminat alınmayacak.
- Her millet kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olacak.
- Cemiyet-i Akvam kurulacak.
- Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde kesin Türk egemenliği sağlanacak.
- Türk egemenliğindeki azınlıkların çoğunlukta olduğu yerlere egemenlik hakkı verilecek.
• Bu durum azınlık isyanlarına neden oldu.
- Boğazlar tüm devletlere açık olacak.

13 Nisan 2013 Cumartesi

VİZYON - MİSYON NEDİR ?

Vizyon Nedir?

Sözlük anlamı; görme, görüş, öngörü, önsezi, hayal gücü, hayal düş, rüya olarak açıklanan bu kelime kendi anlamı içinde birçok ifadeye de birlikte anlam kazandırmaktadır. Vizyon, ulaşılmak istenen hedef ve amaçlardır. Tarihe ismini yazdıran kişi, lider ve önderlere baktığımızda hepsinin mutlaka bir vizyonlarının olduğunu görürüz. Bu kişiler içinde bulundukları zorlukların ötesinde başarılması imkansız gibi görünen, hedeflerini ortaya koyarak, mücadele edip başarıya ulaşmış liderlerdir. Vizyonlarıyla bizleri bu günlere taşımışlardır. 
Vizyon, uzun bir gelecekte ulaşmak isteğimiz durum, kendiliğinden gerçekleşmeyecek ancak gerekli çabaları harcarsak başarabileceğimiz bir ideal, içinde bulunduğumuz şartlarla uzun vadeli amaçlarımızın bileşiminden oluşur. Vizyon, ulaşılmak istenen, farklılaştırılmış bir gelecek düşüncesi ve geleceği öngörmek, vizyonun altında stratejilerin, amaçların, motivasyonların, duyguların ve değerlerin yönlendirileceği eğilimler belirlemek.
 

Organizasyonlarda Vizyon Bildirisi Oluşturulmasında Murgatroyd/Morgan’ın Dokuz İlkesi (Aktan, 1997)
1. Başarı için iddialı olma. Organizasyonun vizyon bildirisi başarıya ulaşmak için iddialı olduğunu ortaya koymalıdır.
2. Açık ve anlaşılır olma. Organizasyon vizyonu çeşitli yorumlara yol açmayacak ölçüde açık ve anlaşılır olmalıdır.
3. Hatırlanabilir olma. Organizasyon vizyonu çok uzun olmamalı ve kolayca hatırlanabilecek kelimelerden oluşmalıdır.
4. Katılımcı özellik. Organizasyon vizyonu organizasyon ile ilgili tüm kesimleri kapsayacak ifadelere yer vermeli ve özellikle çalışanların katılımını ve onlara yetki ve sorumluluk devrini içermelidir.
5. Değerlere önem verme. Organizasyon vizyonu organizasyon değerlerinin önemini ortaya koymalıdır.
6. Görsel olma. Organizasyon vizyonunda görsel olarak yer alabilecek bir şekil ya da resim olmalıdır.
7. Mobilize etme. Organizasyon vizyonu organizasyon çalışanlarını ve diğer ilgili kesimleri mobilize edecek ifadeler içermelidir.
8. Rehberlik etme. Organizasyon vizyonu organizasyon içerisindeki faaliyetlerin daha iyi yapılması için rehberlik yapacak ifadeler içermelidir.
9. Tüketici ihtiyaçları ile alakalı olma. Organizasyon vizyonunun amacı tüketicilerin faaliyet ve başarıları ile ilgili olmalıdır. 
Misyon Nedir?
Misyon bir örgütün varoluş nedenini ifade eder. Genelde bu neden toplumda belirli bir görevi yerine getirmektir. (Tek, 2000:78) 
Örgütlerin ne tür bir isletme olarak gördüklerini ya da varlık nedenlerini tanımaya misyon denir. Misyon işletmenin hangi mal veya hizmet sektörünü seçtiği ya da hangi iş kolunda olduğu temel hizmet ve ürün tercihinin neler olduğu, tüketici ve pazar ihtiyaçları, teknoloji gereksiniminin veya tüm bu konuların birlikte ifade edilmesidir. Kısaca misyon organizasyonun varlık nedeni, başarmak istediği amaçtır. Ayrıca organizasyonun hedeflerini ve işbölümünü kapsar.

Misyonun stratejik kararlardan önce tanımlanması gerekmektedir. Böylece işletme neyi yapacağını topluma ne tür hizmetler vereceğini misyonla belirlerken, işletme kaynakları ile bunları nasıl gerçekleştireceği stratejik kararların konusudur. Misyon stratejinin temeli sayılmaktadır. Stratejinin daha somut hale gelmesine katkıda bulunarak, uygulamayı kolaylaştırmaktır (Bozkurt, 2005:78)

Misyon, bir işletmenin varlığının temel amacıdır. Gelecekte olmak istediği yer, şu andaki durumu, toplumdaki imajı ve yöneticilerin dünya görüşüdür denebilir. Organizasyonun misyonunu ifade eden açıklamaların nasıl olması gerektiği konusunda bir standart olmamakla beraber en azından aşağıdaki konularla ilgili ne düşündüğünü belirtmiş olması gerekir (Şimşek, 2004: http://www.kobifinans.com.tr)
  • Organizasyonun genel felsefesi ve iş yapma felsefesi,
  • Organizasyonun kendisini nasıl gördüğü,
  • Hangi pazara hizmet sunulacağı,
  • Üretilecek temel mal ve hizmetlerin neler olduğu,
  • Kullanılacak temel teknolojiler, neler olduğu,
  • Genel olarak vermek istediği imajın neler olduğu  
Etkin Bir Misyon Oluşturmanın Yolları
Bir misyonun etkin olabilmesi için (1) Piyasaya yönelik olması (2) Uygulanabilir olması (3) Motive edilmiş olması ve (4) Spesifik olması gereklidir.

1- Piyasaya Yönelik Olmak
Misyon ifadesi tanımında hizmet edilen piyasanın çalışma alanını şekillendirmesi yatar. Bu bağlamda misyon belirlemede şirketin çalışma alanı üretim sınıfları, teknoloji, müşteri grupları, piyasanın gerekleri ya da bunların tümünün bilinmesini gerektirir. İyi organize edilmiş piyasa orjinli misyon tanımı özel müşteri gruplarına hizmeti oluşturan ve onların özel nitelikli gereksinimlerini karşılayan bir işletme olarak ifade edilir.

2- Uygulanabilir Olmak:
Belirlenen misyon şirketin dar bir kalıbı ya da üretim sınırlarını tanımlamamalıdır. “Biz hesap cetvellerimize göre üretim yaparız” demek üretim orjinli bir durumu dar bir kalıba sokmaktadır. “Biz iletişim donanımları üzerine çalışacağız” demek de içinde başka sektörlere kayabilecek potansiyel bulunan şirketi belli bir kısıt altına sokmuş olur. Mevcut durumdaki kapasitesi başka bir yayılıma izin vermeyen ancak ilerideki kaynaklarının buna yetebileceğini düşünen bir şirket misyonunu belirlerken ilerideki kapasitesini dikkate almalı buna göre plan yapmalıdır.

3- Motive Edilmiş Olmak:
Çalışanların yaptıkları işte büyük rolleri olduğunu, kendilerinin hem maddi hem de manevi olarak destekleneceklerini bilmeleri çalışanları daha çok üretmeye teşvik edecektir. Eğer mümkünse, yapılan işin olağan dışı bir başarı olduğu, bu yolla şirketin gelişimini artırabileceği ifade edilmelidir. Bu yolla çalışanların hedef müşteri grubu için hizmet etmeleri, üretmeleri ortak bir bilinçaltına sokulabilecek, böylece yaptıkları işi, iş olarak değil zevk olarak addedeceklerdir.

4- Spesifik Olması:
İçerdiği temel politikalar nedeniyle misyon spesifik bir çerçeveye oturtulmalıdır. Misyon ifadesindeki politika şirket ve onunla bağıntılı müşterileri, arz grubunu, dağıtım kanallarını, rekabeti ve diğer piyasa şirketlerini ifade eder.

Misyon kavramı normal olarak şirket bütünü tarafından oluşturulmalı ve benimsenmelidir, fakat günümüzde misyon kavramı üst yönetim tarafından oluşturulan ve çalışanlara dayatılan bir yapıdadır. Bu nedenle şirket geneli tarafından benimsenmekten uzaktır. 


Strateji
Literatürde, stratejisinin, kelime kökeni bakımından iki kaynağa dayandığı görülmektedir. Bunlar; Latince yol çizgi veya yatak anlamına gelen “stratum” ve Yunanlı general Stretagos’un savaş sanatını ve bilgisini tanımlamak için, “strategos” kavramlarıdır. Strateji kavramı yıllarca, askeri bir kavram olarak kullanılmıştır. “Webster New International Dictionary” strateji kavramını, bir savaşta sonuca gitmek için, tarafların askeri güçlerini şartlara uygun, elverişli olarak konumlandırma bilimi ve sanatı olarak tanımlamıştır. Dilimize strateji olarak Fransızcadan geçen bu kavramın Türkçe karşılığı ise, savaş yönetim sanatıdır. Türkçede strateji sürme, gönderme, götürme ve gütme olarak da kullanılmaktadır (Bozkurt, 2005: 75).

Strateji kavramının iktisadi alanda kullanılması 20. yüzyılın sonuna rastlamaktadır. Özellikle işletmecilik literatüründe, yönetim ve karar teorilerinde strateji kavramı oldukça sık kullanılmaya başlanmıştır. Stratejiyi iktisadi anlamda ilk kullanan Nevman ve Morgenstren, kavramı kişi ekonomisi açısından ele almışlardır kişisel faydanın maksimum seviyeye çıkarılması ve rakibe karşı üstünlük sağlamaya çalışan iki oyuncunun rasyonel davranışlarını sistematik bir şekilde, olasılıklara bağlı olarak değerlendiren araştırmacılar, matematiksel olarak bir sonuca vararak, kararların alınması anlamında strateji kavramını kullanmışlardır. (Eren:1979,3)

Strateji bir örgütün amaçlarına erişmek için yaptığı kapsamlı hareket planıdır. Örneğin işletmenin amacı gelecek yılki satışların bir yıla göre %10 artırmak ise bunun için olası stratejiler, İç pazarlarda pazarlama çabalarını yoğunlaştırmak veya dış pazarlara açılmak olabilir (Tek, 2000;73)

İşletme literatüründe birbirleriyle karıştırılan terimler strateji ile politika olmaktadır. Çünkü bu iki terimi birbirinden kesinlikle ayırt etmeye olanak yoktur. Politika yol gösterme ve belirlenmiş amaçlara ulaşmak için izlenen yol veya genel plandır. Bu bakımdan uygulamalarla ilgili ilkeler dizisini ve kurallar toplamını meydana getirir. İlke ve kurallar ise yoruma imkân tanımadıkları için oldukça katı ve verilmiş durumlara uygulanabilecek pratik çarelerdir. Bu açıdan politika ileride açıklayacağımız taktiğe daha çok yaklaşır.

Strateji ilerde meydana gelebilecek bütün durumların önceden tahmin edilemediği kısmî belirsizlik koşullarında alınan karar türüdür. Hâlbuki politika yeter ölçüde tanımlanmış ve gerekli bilgilerle donatılmış belirlilik ortamında alınan ve devamlı kararlardan oluşmaktadır. Ansoff, politikayı genelden özele indirgeyerek veri olarak açıkça bilinen durumları veya sorunları çözmek için sunulan bir takım genel çözümler toplamı haline getirmektedir. Politika, bir kere belirlendikten sonra sık sık değişmez örneğin fazla mesaî veya hastalık hallerinde personele uygulanan ücret politikası aşağıdan yukarıya herkese aynen uygulanır ve her ayrı olay için özel bir kararı gerekli kılmaz. Halbuki strateji devamlı değişken olması nedeniyle kontrol altında bulundurulması gereken, ne yönde değişeceği kesin olarak bilinmeyen bir ortamda alınmaktadır. Dolayısıyla strateji özel olarak işletme ile çevresi arasındaki ilişki ile ilgilidir. Her olay için genellikle özel bir görüşme ve kararı gerekli kılar. Politika devamlı tekrar eden kurulmuş bir süreç (prosedür) şeklinde olduğu için uygulaması icra edenlere kolayca devredilebilecektir.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Nedir?

Yenilenebilir enerji gücünü güneşten alan ve hiç tükenmeyecek olarak düşünülen,çevreye emisyon yaymayan enerji çeşitleridir.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Nelerdir?

Yenilenebilir enerji kaynakları tablodan da görüldüğü gibi güneş,rüzgar,jeotermal gibi enerji kaynaklarına verilen isimdir.Tabloda belirtilmeyen okyanus akıntısı ve okyanuslardaki ısı etkisi gibi birkaç çeşit daha yenilenebilir enerji kaynağı mevcuttur.
Bu kaynaklardan bazıların eldesi çok kolay bazılarınınki ise çok güçtür.Bir bölgeye enerji sağlanması istendiğinde ön hazırlığının çok iyi yapılması,bölgenin enerji kaynaklarının iyi araştırılması ve de varolan enerjilerin iyi değerlendirilmesi gereklidir.Unutulmamalıdır ki en iyi enerji tasarruflu kullanılan enerjidir.Ülkemizin her yıl elektrik iletim hatlarında kaybettiği enerji miktarı neredeyse ürettiğinin yarısı kadardır.

Nasıl Gelişmiştir?

Enerji iş yapabilme kabiliyeti olarak tanımlanır. Endüstriyel manada insanlığın huzuru ve refahı için hizmet veren her enerji türü mühendislik ilgi alanına girer. Günümüzde, endüstrinin en temel enerji tüketimi elektrik enerjisi olup, onu ısınma veya ısıtma amaçlı fosil yakıtlar (petrol, kömür, doğal gaz…)takip etmektedir.
Geçmişten günümüze elektrik ekseriyetle hidrolik santraller vasıtasıyla üretilmektedir. Arazi yapısı ve nehir potansiyeli uygun olmayan ülkeler ise termik santraller vasıtasıyla elektrik ihtiyacını karşılamışlardır. Tüm ülkeler yine ısınma ihtiyacını kömür veya petrol ile karşılamaktadırlar.Diğer taraftan enerji ve yakıt talebi sürekli olarak artmaktadır.
Dolayısıyla hidrolik santraller veya termik santraller vasıtasıyla ve kömür veya petrol vasıtasıyla yakıt talebi karşılanamaz hale gelmesi kaçınılmaz bir gelecektir. Özellikle kömür ve petrol rezervlerinin sınırlı olması ve bir gün mutlaka bitecek olması gelecek enerji talebini planlayan enerji projeksiyonların çok önemle değerlendirilmektedir.
Bugün, petrol savaşları olarak tanımlanabilecek Körfez veya Afganistan krizleri göstermektedir ki, enerji endüstri ihtiyacı yanında çok büyük bir uluslar arası bağımsızlık yönü de vardır.Ülke politikalarında hemen hemen enerji başrolü oynamaktadır. Bir noktada bir ülkenin bağımsızlığı artık kendi enerjisini karşılayabilme potansiyeli ile belirlenmektedir. Enerji olmadan endüstri, endüstri olmadan refah ve mutlu toplum veya bağımsızlığını koruyabilme yeteneği olmayacağı için enerjisiz bir ülke siyaseti düşünülemez.
Bahsedilen krizler ve 1974 yılında meydana gelen ve petrol fiyatlarının aşırı yükselmesi ile sonuçlanan petrol krizi enerjinin önemini ortaya koymaktadır. Petrol fiyatlarındaki artış, petrol bağımlısı ülkelerde ekonomik krizlere, ekonomik krizlerde halk ayaklanmasına, böylece de dış ülkelerin müdahelesine ortam hazırlamıştır. Bununla birlikte, 1974 petrol krizinde sanayileşmiş ülkeler teknolojileri ve sanayi ürünleri ihracatları vasıtasıyla, geniş ölçüde petrol kaynaklarına sahip değilken, hafif bir sıkıntı ile bağımsızlıklarından ödün vermeden atlatmışlardır. Hatta benzer bir duruma tekrar düşmemek için enerji bağımsız hale gelmenin yöntemlerini aramışlardır. Petrol, kömür ve hidrolik potansiyele dayanmayan, bilimsel terminolojide Yenilenebilir Enerji Kaynakları olarak isimlendirilen, yeni enerji kaynakları geliştirmişlerdir. Bu kaynakların her ülkede olabilecek olmasına özellikle dikkat edilmiştir.

Neden Kullanılır?

Dünyamızda enerji ihtiyacı her yıl yaklaşık olarak %4-5 oranında artmaktadır.Buna karşılık bu ihtiyacı karşılamakta olan fosil yakıt rezervi ise çok daha hızlı bir şekilde tükenmektedir.Şu anki enerji kullanım koşulları göz önüne alınarak yapılan en iyimser tahminlerde bile en geç 2030 yılında petrol rezervlerinin büyük ölçüde tükeneceği ve ihtiyacı karşılayamayacağı görünmektedir.Kömür için şu anki rezervlerle yaklaşık 80-100 yıl ,doğalgaz içinse yine yaklaşık 100-120 yıllık bir kullanım süresi tahmin edilmektedir.
Ayrıca fosil yakıtların kullanımı dünya ortalama sıcaklığını da son bin yılın en yüksek değerlerine ulaştırmış,yoğun hava kirliliğinin yanı sıra milyonlarca dolar zarara yol açan sel/fırtına gibi doğal afetlerin gözle görülür biçimde artmasına sebep olmuştur.
Fosil yakıtlar içindeki karbon havadaki oksijen ile birleşerek CO2 (tam yanma halinde) veya CO (yarım yanma halinde veya yanma havasının az olması) gazları ortaya çıkmaktadır. Yine yakıt içerisinde eser miktarda bulunan kurşun, kükürt gibi elementler yanma sıcaklığında oksijen ile birleşerek insan sağlığı açısından önemli tehdit oluşturan bileşikler (SOx,PbO, NOx…) oluşturmaktadır. Bu yanma ürünleri atmosfere bırakılmakta ve atmosfer içerisinde birikmektedir. Fotosentez, çürüme gibi tabii dönüşümler bu birikime engel olabilse de, aşırı yakıt tüketimi kısa süreli bir birikime neden olmaktadır. Atmosfer içinde biriken yanma gazları güneş ve yer arasında tabii olmayan katman meydana getirmekte, insan ve bitki hayatı üzerinde negatif etkiye neden olmaktadır. Sera Etkisi (Isı enerjisinin karbondioksit gibi gazlar tarafından emilip atmosferde alıkonmasıyla ortaya çıkan ısı artışı) olarak ta bilinen bu etki ve insan sağlığı bugün önemle üzerinde durulan olgulardır.
Sera etkisini azaltmak için Kyoto protokolü hazırlanmıştır.Kyoto Protokolü, sera etkisi yaratan gazların salınımını sınırlamayı ve azaltmayı hedefleyen uluslararası bir anlaşmadır. Bu protokol, 11 Aralık 1997 tarihinde Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen bir zirvede oluşturulmuştur.Protokol, 9 Mayıs 1992′de New York’da kabul edilen, İklim Değişikliğine Yönelik Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi’nin belirlediği ilkelere dayanmaktadır.
Protokol’e taraf olan devletler başta ulusal ekonomilerinin ilgili sektörlerinde enerji etkinliğini iyileştirmeyle ve sera etkisi yaratan gazların salınımını sınırlaya ve azaltmaya yönelik önlemler almakla, sera gazı etkisi yaratan (karbondioksit ve metan… gibi) gazların salımında 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki düzeyinden toplam yüzde 5,2 oranında bir azalma sağlamakla yükümlü olduklarını kabul etmektedir.
Protokol ancak 2005 yılı Şubat ayında 55 ülkenin protokole onay vermesi ile yürürlüğe girebilmiştir. Ancak, atmosfere en fazla sera gazı salan Amerika Birleşik Devletleri protokolün dışında kalmıştır. Türkiye de 6 şubat 2009′da Kyoto protokolünü imzalamıştır.

5 Mart 2013 Salı

MİNİK SAKA KUŞU

MİNİK SAKA KUŞU

 

Rüzgarın huzur verici esintisinin ve etrafımdaki otların dansından oluşan ses sanki bana bir melodi fısıldıyordu. Biran bulutların hızlı hızlı akıp gitmesini izlerken kendimi başka dünyada buluyordum. Minik bir saka kuşunun ruzgara karşı kanat çırpışı, hayattaki birçok zorluklara bizimde kanat çırparcasına çabaladığımıza örnektir. Uçmak için cesaretli olmam ve inanmam gerekiyor biliyorum, belki düşeceğim korkusu sarıyordu vücudumu ve titreyerek engel oluyordu bilinç altım. Ama denemem lazımdı özür ve hür yaşayabilmek için. İzliyorudum, yapıyorlardı onlar hunharca çabaya rağmen başarmışlardı. Küçüçükmüydüm özgürlük uğruna ölürmüydüm acaba. İnanmam lazım başarmak için, denemeliyim yaşamak için bazı güzel duyguları. O zorlu ruzgara karşı kanat çırpmak için yapmalıydım. İstiyorum zorluklara karşı zayıf olmadığımı görmek istiyorum. O korkuç boşluğa atmam gerekiyor kendimi yapabilmek için. O minik gözlerimi kapatarak hayatın akışına bırakıyordum kendimi, ruzgar inatla boşluğa düşerken beni yukarı ittiriyordu sanki. Bazen düşman sandıklarımızında iyiliği ve fedakarlığı olabiliyormuş şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Rüzgar acaba zayıf düşman olduğumu düşündüğü için mi bana uçmam için fedakarlik yapıyordu. Hayata karşı zayıf bir halka olmadığımı kanıtlamanın vakti gelmişti. Zayıf kanat çırpışarım titrek vücudumda sanki daha da cesaretli olmamı gerektiriyordu, daha güçlü çaba göstererek ruzgara kendimi ispat etmemin vaktiydi bu.
 Evet şimdi daha güçlüyüm vücudumdaki titremelerin yerini güç ve kuvvet almıştı. Her kanat çırpışım hayata bağlılığımı ve başarıya olan inancımı daha da tetikliyordu. Rüzgara karşı uçmanın hazını daha iyi anlıyordum şimdi. Herkes gibi özgürdüm artık. Mavi gökyüzünden doğa anayı  izlemenin ilk deneyimiydi bu benim için. Uçabildiğimce yükseğe uçuyordum.Daha da yükseldikce  küçülüyordu hayata dair herşey. Ama biliyorum ki onları küçük görmemeliyim, ben daha iyi anlayabiliyordum çünkü onları.
Güneşin batışını mavimsi gökyüzünde süzülerek izlemesini merak ederdim hep, anlattıkları kadar da ihtişamlıymış. İzlerken gözlerim kamaşıyor büyüleyici ışık yansımalarından gözlerimi alamıyordum. Yavaş yavaş alçalıyordum yeşilliklerin üzerine doğru Sanırım dönme vaktiydi artık.
İrkilerek gözlerimi açtım biran olsun nerede olduğumu bilmez şaşkın gibiydim. Herzaman olduğundan biraz farklı bir gün yaşıyordum sanki. Hava biraz puslu güneş batımına yakın biraz esintili, aynı tepede aynı ağacın altında oturup hızlı hızlı geçen bulutları izlerken nasıl da dalıp gitmişim büyüleyici dünyaya farkında olmadan. Harika bir rüya görüyordum... Nasıl uyandım diye düşünürken burçakların arasından gelen sesle irkilerek neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ki üzerime iki yün yumağı john ve chris atladı....
Devamı Gelecek...

1 Mart 2013 Cuma

“İlluminati yaşıyor ve tek egemen güç olmak için savaşıyor.”

“İlluminati yaşıyor ve tek egemen güç olmak için savaşıyor”


Almanya’nı Ingolstadt kentinde 1776 yılında kurulan Illuminati adlı gizli örgütün (Nedir?)bugün var olmadığı düşünülüyor. Ancak pek çok araştırmacı yeni dünya düzeni yaratmayı amaçlayan örgütün yaşadığını, Waterloo skandalı, Fransız devrimi ve hatta Kenney suikastının arkasındaki gizli güç olduğunu savunuyor. Bu örgütü araştıran Jöntürk Illuminati örgütüne üye olduğunu söyleyen L.Z.’ye ulaştı. İşte bir Illuminati üyesinin çarpıcı açıklamarı…
Varlıklı bir ailenin çocuğu olan L.Z. Illuminati örgütü ile olan bağlantısını “Benim ailem Illuminati üyesi. Ben de doğuştan Illuminati örgütü ile ilişki içinde oldum. Masonlukta 33. dereceye kadar yükseldim. Örgütün önemli isimlerinden biri oldum. Dünyanın dört bir yanına seyahat edip Illuminati’nin fikirlerini yaydım” şeklinde anlatıyor.

Illuminati örgütü yöneticilerinin gerçek kimlikleri hakkında bilgi sahibi olamayacağımızı anlatan L.Z. “Illuminati örgütünün yöneticileri takma isimler kullanır. Gerçek kimliklerini asla öğrenemezsiniz. Kendilerini sürekli saklarlar. Bu sayede yıllardır ortaya çıkmadan yaşayabiliyorlar. Yaptıkları toplantılarda bile birbirlerine takma isimleri ile hitap ederler” diyor.

Son olarak Norveç’te yaşanan katliam ile ilgili de konuşan L.Z. şunları anlatıyor:

“Ander Behring Breivik’in gerçekleştirdiği olay bir akıl hastasının eylemi olarak adlandırıldı. Tapınak Şövalyeleri’ne mensup olduğunu söyleyen bu kişinin akıl hastası olarak düşünülmesi örgütün işine geliyor. Böylece konunun derinlemesine düşünülmesi ve araştırılması gerekmiyor.”
Illuminati örgütünün 1776 yılında Almanya’da kurulduğunu söyleyen L.Z. “Örgütün bugün yok olduğunu düşünenler yanılıyor. Özellikle komünizmin yayılmasından sonra örgüt yapılanmasını hızlandırdı ve yeni dünya düzeni yaratmak için yola çıktı. Bunun için korku, propaganda, yanlış bilgilendirme, provokasyon yöntemlerini kullanarak fikirlerini yaymaya başladılar” diyerek Illuminati’nin hala var olduğunu söylüyor.
L.Z. Illuminati örgütünün çok güçlü bir yapılanma olduğunu söyleyerek şunları anlatıyor:

“CIA, FBI, MOSSAD, MI6 ve MİT gibi gizli servisler ile ortak çalışırlar. Örgütten habersiz birşeyler yapmanız imkansızdır. Birçok ülkenin hükümetlerine kendi adamlarını yerleştirmişlerdir. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı sayesinde milyar dolarlara hükmeden bir gruptan bahsediyoruz. Örgütün çeşitli ülkelerden 10 yönetici ve 300 kadar alt düzey isimden oluşan bir kadrosu var.”
L.Z., güçlü ilişkilerine kanıt olarak bir fotoğraf daha gönderdi. Eylül 2011 yılında çekilen bu fotoğrafta MOSSAD’da çalışan General Ari Ben Nun, Japonya İmparatoru’nun kuzeni Prenses Kaoru Nakamaru ve Gladyo örgütünden olduğunu iddia ettiği Marquis Roberto Caldirola, birlikte görülüyorlar. L.Z.’ye göre bu fotoğraftakilerin hepsi, Illuminati örgüne hizmet eden kişiler.
“İlluminati’nin İslami ayağının başında Fethullah Gülen var”
İlluminati örgütüne üye olan L.Z, İlluminati’nin İslami ayağının başında Fethullah Gülen’in olduğunu söylüyor. İşte, L.Z.”nin ifşaatlarıyla İlluminati’nin İslami tarafı:
İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve İlluminati örgütüne üye olan L.Z.’nin hayatı evlendikten sonra değişmiş. Önde gelen Sufi bir ailenin kızı F.S ile evlendikten sonra Nakşibendi tarikatı Şeyhi Nazım ile tanışan ve İlluminati’den kurtulmak için İslamiyete sığınan L.Z. başına gelenleri şöyle anlatıyor:
“Mevki olarak oldukça yükseldiğim İlluminati örgütünde kara büyü ritüelleri, zihin okuma seansları ve kapalı odalarda işkence olayları olduğunu öğrendim. Bunlara karşı çıktım. Herşeyi bırakıp Norveç’e kaçtım. Ancak örgüt peşimi bırakmadı. Sürekli tehdit edildim. Bu esnada İlluminati’nin önemli isimlerinden Vatikan üyesi Thomas Michel, S.J Norveç’e geldi ve benimle görüşüp, örgüte dönmemi istedi. Reddettim ve de tehdit edildim. ”L.Z. ve Vatikan’ın önemli isimlerinden Thomas Michel (Bu isme dikkat)!

L.Z. daha sonra Norveç’te tanıştığı önde gelen Sufi ailelerinden birinin kızı olan F.S ile hayatını birleştirmiş. L.Z. bu dönemi “Eşim sayesinde müslümanlarla tanıştım. Hatta Müslümanlığı seçip Müslaman ismi aldım. Bir çocuğumuz oldu. ” şeklinde anlatıyor.

L.Z. Müslüman İlluminati örgütü ile tanışmasından sonra başına gelenler ile ilgili şunları söylüyor:

“Eşimin de yönlendirmesiyle Gülen Hareketi ile tanıştım. Fikirlerime uyduğunu düşünerek bu harekete katılmaya karar verdim. İlluminati örgütünden kurtulduğumu düşünüyordum. Ancak sonra yaşadığım bir olay hayatımı değiştirdi ve Gülen Hareketi’nin İlluminati’nin Müslüman kanadını oluşturduğunu öğrendim. Müslüman İlluminati örgütüne kabul edilmemin de eşim F.S. aracılığı ile bana oynanmış bir oyun olduğunu anladım. Böylece çevremi kullanarak Norveç’te Müslüman İlluminati’nin gücünü arttırmak istemişlerdi. ”

L.Z. şöyle devam ediyor:
“İlluminati’nin Müslüman kanadının başında bulunan Fettullah Gülen’den sonra ikinci isim Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz’dır. Norveç’te bir evde Abdullah Aymaz’ın katıldığı gizli bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıda çekilmiş bir fotoğrafı internet sitemde yayınlamam büyük olay oldu. Çünkü örgüt yöneticilerinin toplantılarda çekilmiş fotoğraflarını yayınlayamazsınız. Sitem anında hacklendi. Norveç polisi tarafından tutuklandım. Norveç gizli servisi de kanunlara aykırı olmasına rağmen bilgisayarım ve cep telefonuma el koydu.”
“Aymaz, İtalya’da 33. derece Mason olan Gabriele Mandel Khan’ın Papa ile birlikte bu toplantıyı takip ettiğini biliyordu. İtalya’daki Sufi Cerrahi-Halveti dergahının başında bulunan ve yüksek derece Müslüman İlluminati yönetici olan Gabriele benim arkadaşımdır. Aymaz ile ilk tanıştığımızda Gabriele’nin arkadaşım olduğunu söylemiştim. L.Z. Abdullah Aymaz ile…
L.Z., bu gelişmeler üzerine Fethullah Gülen’i eleştirmeye başladığını, bunun üzerine de karısının, oğullarını alarak kendisini terkettiğini söylüyor.
Müslüman İlluminati’nin Türkiye yapılanmasından da bahseden L.Z. şöyle konuşuyor:

“Müslüman İlluminati’nin başında Fettullah Gülen bulunuyor. Türkiye’yi ise Abdullah Aymaz kontrol ediyor. Fethullah Gülen’in Papa ile yaptığı görüşme İlluminati tarafından organize edilmiştir. Bu toplantıya Abdullah Aymaz ve beni Norveç’te İlluminati örgütüne tekrar dönmem konusunda tehditlerle ikna etmeye çalışan Vatikan’dan Thomas Michel de katılmıştır.Bu görüşme ile İlluminati’nin İslami ayağı oluşturulmuştur. Böylece, Vatikan’daki Jesuitler olarak bilinen Katolik İlluminati ile Fethullah Gülen grubunun temsil ettiği İslami İlluminati arasında sıkı ilişkilerin kurulması hayata geçirilmiştir.

Başbakanınız ve Cumhurbaşkanınız Aymaz’dan aldığı talimatları yerine getiriyor. Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Aymaz’ın istekleri dışında hareket edemezler. Türkiye’de son dönemde yaşanan karışıklıkları, tutuklamaları, basının susturulmasını bir düşünün. Bunları kim organize ediyor. Tabii ki, İlluminati…”
Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelere de değinen L.Z. “Bu yaşananların hepsi önceden planlanmıştır. İlluminati yeni dünya düzeni kurmak için yıllardır yapılanıyor. Artık birçok ülkede etkin olmaya başladılar. ABD, Türkiye ve İsrail gizli servislerine kadar sızmayı başardılar. Onlardan habersiz birşey yapmanız neredeyse imkansız. Ancak İran, Rusya Suriye gibi ele geçiremedikleri bazı ülkeler var. Arap Baharı’nın patlak vermesi ile buraları da yavaş yavaş ele geçiriyorlar” diyerek örgütün gücüne vurgu yapıyor.

Örgütün güçlenmek için uyuşturucuya büyük önem verdiğini de söyleyen L.Z. son olarak şu açıklamayı yapıyor:
“İlluminati uyuşturucu sayesinde insanların beyinlerini yıkıyor. Doğru düşünmelerini ve çevrelerinde olup bitenlerini analiz etmelerini engelliyor. Ayrıca uyuşturucu ticareti ile milyarlarca dolar kazanıyorlar. Uyuşturucu ticaretinin kendi tekellerinde olması için hükümetleri kullanarak çetelerle mücadele ediyorlar.”