Wikipedia

Arama sonuçları

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Manevi Cihazlanma Derneği

Manevi Cihazlanma Derneği

Türkiye’de, “Manevi Cihazlanma Derneği”  Beyoğlu, Asmalımescit Sokağı’ndaki bir apartmanın üst katında faaliyetlerini sürdürmüştür.  Derneğin üyesi ve kurucularından biri ünlü İs­tanbul Valisi Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dır.
Gökay, 33. dereceden masondu. Sayısız derneğin kurucusu ve üyesiydi. Mason cemaati içinde adı çok geçen bir valiydi. Manevi Cihazlanma Derneği’nin bazı özel toplantıları bu “mi­nik” valinin Kadıköy-Göztepe’deki köşkünde yapılırdı. Derne­ğin başka bir toplantı yeri de Kadıköy-Selamiçeşme’deki İsmail Agar’ın köşküydü. İsmail Ağar, 1961'de idam edilen Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun yakın akrabasıydı. Derneğin tüm üyeleri Circle d’Orient’ın (Büyük Kulüp) üyeleriydiler. Derneğin açık propagandası “Anti Komünizm”di ve buna karşı “Ma­neviyatı” yeniden “Cihazlandırmak” gerekiyordu! Dernek, aynı zamanda İstanbul’da sayısız “Güzelleştirme Derneği” açmış ve buralardan “Adam Derlemişti” !!!
1960 yıllarındaki 27 Mayıs darbesinden önce dernek Menderes hükümetine ilginç bir “Reconciliation” projesi götürmüştü. Buna göre İstanbul şehri “Dünya Dinlerinin Başkenti” yapıla­caktı. Fener Patrikhanesi, Vatikan gibi bir devlet haline getirile­cek, Kariye Camisi bir tür Hilafet Merkezi yapılacak ve Yahudi­lik de en üst düzeyde yeniden yapılandırılacaktı. (Dönme ve Karaim Yahudileri de böylelikle temsil hakkına kavuşacaklardı) Bu projeyi hayata geçirmek için Manevi Cihazlanma Örgütü’nün Türkiye Şubesi, 1957'den sonra Menderes’e ünlü “İstimlak ve Onarım” projesi­ni götürmüş ve Ayasofya’da “Ortodoks İbadetine” başlanması­nı salık vermişti. Derneğin o dönemdeki başkanı DP Milletveki­li Ekrem Tok’tu.
Bu derneğin üyelerinin tamamı masondu. İlginçtir ki bu ki­şiler İstanbul’u “Dünya Dinlerinin Başkenti” yapmak idealleri­ni 1963'ten sonra “Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü” toplantıla­rı ile yaygınlaştırmışlardı. Son yıllarda moda olan üç din birliği projesi (İbrahim’i Dinler Projesi) de bu örgüt tarafından ilk kez 1957'de mason derneklerinde teklif haline getirilmişti.

Manevi Cihazlanma Derneği’nden yetişen ve/veya ona üye yapılmış birçok siyasetçi, bilim adamı, işadamı ve bürokrat var­dı. Bunlardan biri daha sonra Türkiye tarihinde önemli rol oy­nadı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a yakınlığıyla tanınan bu kişi Hazım Atıf Kuyucak idi. İktisat Profesörü olan Kuyucak, 27 Ma­yıs sonrasında adını unutturdu ve Masonik
“Uykuya Yattı”. Kuyucak, masonların en üst kurulu olan “Supreme Council”de ki en etkili iki profesörden biriydi (diğeri Sahir Erman). Türkiye’nin tüm petrol tasarıları ve anlaşmaları onun elindeydi. Fa­kültedeki görevini başka bir mason biraderine (Prof. Şükrü Baban’a) bırakarak tüm çabalarını Türkiye’nin Avrupa ile “Bütün­leştirilmesi” meselesine adamıştı. Hazım Atıf Kuyucak, mason­ların en etkili “Spekülatif” locası, “Nur Locası’nın” 33 dereceli Maşrık-ı-Azamı idi. Ünlü Bilderberg’in 1959'da İstanbul Yeşil­köy’de toplanan gizli oturumunda Türkiye’yi Kuyucak temsil etmişti. Günümüzde AB-Türkiye ilişkilerinin perde arkasında kalan görüşmelerini masonlar yönetmektedirler. Özellikle Fran­sız Büyük Doğu Mason Locası’nın Üstadı Alain Bauer ile Türki­ye’deki masonlar bağlantılıdır.
İlginçtir ki Kuyucak, aynı zamanda “Gül ve Haç Kardeşli­ği” gizli örgütünün de 1964'e kadar başında olan kişiydi. Gül ve Haçın gizli toplantıları İstanbul ve İzmir’de yapılıyordu (İstan­bul’da Teşvikiye’de). 1964'te Gül ve Haç Şövalyeliği’ne yeni bir isim getirildi. Bu kişi İzmirli bir Avdeti Sabetaycı olan Cemal Bi­rik’ti. 17. derecede Mason olan Birik’i 1964'te İskoç Riti’nin iz­niyle önce Tapınak Şövalyeliği mertebesine, sonra da 33 derece­ye çıkartarak Gül ve Haç Baş Şövalyesi tayin edenler Hazım Atıf Kuyucak, Necmettin Erol ve çok ilginç bir siyasetçi olmuş­tu: TC Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili ve adayı İhsan Sabri Çağlayangil. Eski bir vali ve istihbaratçı olan Çağlayangil, 33 derecedeki siyasetçilerden biriydi. Ünlü Humeyni, Bursa’da zorunlu oturuma tabiyken Çağlayangil, Ayetullah ile ilgili tüm gizli bilgilerin elinde toplandığı kişiydi. Çağlayangil, Manevi Cihazlanma Derneği’nin Türkiye’deki güçlü ellerinden biriydi. Başta Koç ve Sabancı aile­leri olmak üzere kalburüstü kişileri bu İsviçreli örgütle tanıştı­ran oydu.
Gül ve Haç Kardeşliği / Avrupa Birliği’nin Gizli Masonik Kimliği
Aytunç Altındal (Alıntı)

1920’lerin Wikileaks belgeleri

1920’lerin Wikileaks belgeleri

İngiliz arşivlerinden yeni gün ışığına çıkan raporlar, İstanbul’u işgal edenlerin gözüyle yakın tarihimizin şifrelerini de ele veriyor. İşte Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul’u işgal eden İngilizlerin Türkiye’ye dair iç yazışmaları ve gizli raporları
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf  Devletleri İstanbul'a gelip yerleşmişti. Artık elçilik yerine işgal devrine mahsus Yüksek Komiserlik kurmuş, Osmanlı ile ülkeleri arasındaki ilişkileri bu şekilde yürütüyorlardı. Bunun yanında ülkenin genel seyrini de kapsayan raporları ülkelerinin dışişleri bakanlarına ya da ilgili kuruluşlara iletiyorlardı.
Marmara Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Ali Satan'ın yakın zamanda ortaya çıkardığı belgeler de gösteriyor ki, o dönemde İngiliz Yüksek Komiserliği'nin Londra'ya Lord Curzon'a ilettiği bilgiler, "Wikileaks belgeleri"ndekilerden farksız. Lord Curzon'a iletilen belgeleri İngiliz arşivlerinden derleyen Satan, bunları kitap haline getirerek Tarihçi Yayınevi'nden yayınlandı.
O günlerin Wikileaks belgeleri olarak değerlendirilebilecek raporlar, "İstanbul ve Ankara Hükümetlerinin dış ilişkileri, Osmanlı donanmasının durumu, Harbiye Nezareti'nin milli mücadeleyi destekleyen faaliyetleri, mevcut Osmanlı ordusu, polis teşkilatı, hükümetlerin mali durumları, Ermeni ve Kürt meseleleri" gibi ana başlıkları içeriyor. Ayrıntılara indikçe ise "Mustafa Kemal'in ya da Vahdettin'in kişilik analizleri, Yunanistan'ın İstanbul'u işgal etme planı, Refet Paşa'nın gün yüzüne çıkmamış anlaşması, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmadan Damat Ferit'in Paris'e gönderilişi, Vahdettin'in muhafızlarının değiştirilmesiyle hayati tehlike sinyallerinin artması" gibi tarihte kelebek etkisi yaratan olaylar da var. İşte, 1920'lerde işgalci İngiliz Yüksek Komiserliği'nin İstanbul ve Ankara hükümeti için hazırladığı Wikileaks belgelerinden notlar.
#Sayfa#İngilizlerin Türkiye haritası
"Ateşkes'in (Mondros) başlangıcından 1920'nin sonuna kadar süren dönemi kapsayan ve bu raporun konusunu oluşturan Türkiye'deki olayları değerlendirirken, Eski Rusya ve İran sınırlarına kadar uzanan Kürt Bölgesi ve Ermenistan ile birlikte, kabaca İskenderun Körfezi ve onun doğusunda kalan hattın güney sınırını oluşturduğu toprakların da dâhil edileceği Anadolu ve Doğu Trakya'dan ibaret bir Türkiye düşünülmelidir. Ateşkes anlaşması ile karara bağlanmış adı geçen bu sınırlar, ılımlı Türk milliyetçilerinin gelecekteki muhtemel bir Türk devleti için talep ettikleri sınırlar ile birebir örtüştüğünden, bu tanımlamanın akılda tutulması faydalı olacaktır."
***
Mustafa Kemal Samsun'a çıkmadan, Damat Ferit Paris'e gönderildi
"Mustafa Kemal'in bölgeye (Samsun'a) yollanma girişiminin ilk adımı, Ferit Paşa'nın Paris'e doğru yola çıkmasından hemen önce atılmış olmakla birlikte, daha büyük bir projeyi uygulamaya koymak için Paşa'nın (Damat Ferit) şehirden ayrılması söylenmiştir."
***
Damat Ferit dahi Milli Mücadele'ye sıcak bakmaktaydı
"Milli Mücadele hareketi ile ters düştüğü görülen kişi ve kurumların, milletin yeniden dirilişi formüllerine tümüyle muhalif oldukları düşünülmemelidir. Muhtemeldir ki, Damat Ferit Paşa'nın kendisi dahi, halkta var olan vatanseverlik duygusunun teşkilatlandırılmasına sıcak bakmaktaydı."
***
Zafer, Wilson'ın Sevr planını bozdu
"Ermenilere karşı girişilen başarılı mücadele Türklerin moralini hayli yükseltmişti çünkü tam da Başkan Wilson'ın Sevr Antlaşması'nın maddelerinde Ermeniler lehine değişiklikler yapılacağını duyurduğu sırada Milli Mücadele temel hedeflerinden ilkine ulaşmıştı. Bir gram gerçek, binlerce tonluk Müttefik teorisine bedeldir."
***
Ankara Hükümeti bütçesi İstanbul'dan iyi
"Mali durumları ile ilgili eldeki veriler birbirini tutmamasına rağmen durumlarının İstanbul Hükümeti'nden daha iyi olduğu bir gerçektir. Ankara Hükümeti yeni mali yıl için toplam 79.333.440 lira gelir beklerken 86.529.650 lira harcama öngörmekteydi. Söz konusu rakamların doğruluğunu kabul edecek olursak Türkiye için küçük sayılabilecek bu bütçe açığının çeşitli gelirler ve harcama kalemlerinde yapılacak tasarruflarla kapatılacağı ifade edilmektedir." (1920)
***
Azınlıklar savaş dışında zarar görmedi
"Güvenliklerinden endişe duyan gayrimüslim azınlıklar, savaşın yüzünü gösterdiği belli bölgeler dışında kötü muameleyle karşı karşıya bırakılmamışlardır." (1920)
#Sayfa#Ankara'nın proletarya söylemi halktan rağbet görmedi
"(Ankara Hükümeti'nin) milliyetçi bir yapıya sahip olduğunu söylerken Bolşeviklerden ve Avrupa'dan ödünç alınan 'proletarya' ve 'halk iradesi' gibi ifadeler haktan rağbet görmemiş ve sadece bu ifadeleri kullanan yönetici kadronun ağzında birer slogan olarak kalmaktan öteye gidememiştir." (1920)
+++
Bolşeviklerden ve İtalyanlardan silah yardımı
"Ateşkes sonrasında yüklü miktarda silah ve cephane müttefik yetkililerin denetiminden kaçırılmış olmalı ki bu yönde (Ankara Hükümeti'nin) bir eksiklerinin olduğu hakkında herhangi bir işaret yok gibidir. Bolşeviklerin ve İtalyanların bu konuda bazı desteklerde bulunduklarına dair haberler alınmaktadır." (1920)
+++
Milli Mücadele ile İttihat Terakki aynı şey değil
"Milli Mücadele genellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yeniden dirilişi olarak gösterilse de bunun tümüyle gerçeği yansıttığından söz edilemez." (1920)
+++
Dağları elinde tutan gücü elinde tutar
"İdari bir özerklik haricinde Türklerin, Kürtlerin milli emellerine şiddetle karşı çıkmasının esas sebebi, bölgedeki bir Kürt devletinin oluşturulma sürecinde Türk topraklarının uğrayacağı kayıplardan ziyade gelecekte Türkiye'nin hemen yanı başında vücut bulacak bu tür bir devletin kabul edilemeyeceği, bunun Türklerin askeri ve siyasi açıdan, Suriye, Mezopotamya ve İran'ın sahip olduğu düz araziye tekrar nüfuz etme ümitlerini ortadan kaldırabileceği endişesidir. Dağların denetimini her kim elinde tutarsa adı geçen bu ülkelere karşı hiç şüphesiz ki potansiyel bir tehdit oluşturacaktır." (1920)
+++
İstanbul Hükümeti, Yunanlılara karşı Ankara'nın yanında
"Hükümet, Ankara Hükümeti'nin kendini beğenmiş tavrına içerlemiş ve Milli Mücadele yanlılarının mesafeli yaklaşımına maruz kalmış olsa da, doğal olarak desteğini Yunanlılarla mücadele eden Ankara'dan yana koymuştur. En azından İstanbul'daki nazırlardan biri bu süreçte Milli Mücadele güçlerine silah ve cephane tedarikinde bulunmak için elinden geleni yapmıştır." (Hariciye Nazırı İzzet Paşa - 1921)
+++
Vahdettin muhafızlar tarafından öldürülebilirdi
"Padişah (Vahdettin) hayatını kurtarmak için kaçması gereken anın geldiğine karar verdi; Padişah'ın haklı gerekçeleri vardı. Muhafızları Refet Paşa tarafından değiştirilmişti. Kalması ne kendi ne de halkının çıkarına idi. Gitmesiyle Ankara'nın ferahlamış olması büyük ihtimaldir." (1922)
+++
Yunanlılar, İstanbul'u işgal edecekti
"…31 Temmuz günü Yunanistan, buna rağmen, açıkça İstanbul'un işgali için izin istedi. Majesteleri'nin hükümeti açıkça bu fikri değerlendirmeyi reddetti. Fransız ve İtalyan hükümetlerinin cevapları da aynı şekilde kesindi" (Türkiye Büyük Taarruz'a hazırlanırken Yunanistan, Trakya'daki kuvvetini 4 tümene çıkarıyor. Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya'nın karşı çıkmasıyla harekat başlamadan bitiyor.)
#Sayfa#İNGİLİZ YÜKSEK KOMİSERİ'NİN GÖZÜNDEN DEVLET ADAMLARI
Fransızca biliyor ama konuşmuyor.
"Hayli zeki bir adam olan Padişah (Vahdettin) samimi, gerçekten hevesli ve yapmacık olmayan bir kişiliğe sahip, ülkesine hizmet etme ve hanedanlığını koruma arzusu kuvvetli, ülkedeki her türlü topluluğa adaletle davranılması hususuna içtenlikte taraftar olduğu izlenimini veren biridir… Fikirlerini ana hatlarıyla etkili ve açık bir biçimde ifade edebilmektedir. Belli bir düzeyde Fransızca bilmekte ama konuşmamaktadır."
Mustafa Kemal'in kibirli olduğu söylenebilir
"Kibirli biri olduğu söylenebilir… 1913'te askeri ateşe olarak Sofya'ya atanmıştır. Bugün dahi devam eden eğlenceye ve içkiye olan düşkünlüğünün bu günlere dayandığı dile getirilmektedir. Savaş sırasında üst düzeyde cesaret göstermiş ve bir gözünü yitirmiş olduğu söylenmektedir. Muhtemelen kendisinin hazırladığı konuşmaları, kitleleri ve her türlü durumu başarıyla yönlendirme yeteneğine sahip olduğunu açıkça yansıtmaktadır. Fevkalade gösterişli ve otoriter bir görünüme sahip olmakla birlikte kendisini aşırı vatanseverlik ve dürüstlükten yoksun biri olmakla suçlamak için ortada bir sebep görünmemektedir."


Kazım Karabekir, Bolşeviklerle ittifaka M. Kemal'den daha hevesli
"Bazı iddialara göre Bolşeviklerle kurulabilecek olası bir ittifaka Mustafa Kemal'den çok daha sıcak bakmaktadır. Diğerlerine göre ise temelde padişaha bağlı bir asker ve Ankara'nın siyasetine güven duymayan bir şahıstır. Her şeye rağmen potansiyel öneme sahip farklı bir kişiliktir."

Refet Paşa'nın gizli anlaşması
"Refet Paşa'nın General Harington ile yaptığı özel bir anlaşma ile müttefiklerle ilişkileri ifşa olmuştur. Osmanlıların, Türk makamlarına başvurmadan veya müdahalesi olmadan yıl sonuna kadar ülke dışına gizlice çıkarılması için bir istisna yapmayı taahhüt etti." (1922)

Yunan Yüksek Komiseri'nden itiraf
"Milli Mücadele yanlılarının Pontus Cemiyeti'nin varlığı hakkındaki söylediklerinin çok da temelsiz şeyler olmadığına inanmak için geçerli sebepler bulunmaktadır. Üstelik İstanbul'daki Yunan Yüksek Komiseri de bölgeye silah gönderilmesi için kendisinden talepte bulunulduğunu kabul etmiştir." (1921)
İstiklal Mahkemeleri'nde birkaç Hıristiyan asıldı
"Belli merkezlerde İstiklal Mahkemeleri kurulmuş; ileri gelen birkaç Hıristiyan, Rum Pontus Cumhuriyeti'ni Kurma Derneği'ne bağlı aktif üye olmak suretiyle vatana ihanet suçu işledikleri için ölüm cezasına çarptırılmışlardır." (1921)
Halifeliğe müdahale halkı öfkelendirir
"Halifeliğin, Padişah'tan alınıp Şeyh Senusi gibi şimdilerde Anadolu'da gezinen onurlu bir din adamına verilmesi ve etrafında tüm İslam âleminin temsilcilerinden oluşan bir heyetin oluşturulması fikri de zaman zaman öne çıkmaktadır. Bu tür projeler henüz havadadır ve Ankara'nın ileri gelenlerinin bunlara, sonuçları önceden kestirilmeyen siyasi gelişmelere sebep olabileceği fikriyle, sıcak bakıp bakmadıkları şüphelidir. Benzer şekilde bu tür bir gelişme itaatkâr Anadolu köylüsünün güçlü ve derin bir biçimde yaşattığı birkaç hissiyattan birine tecavüz etme anlamına gelebilir ki bu halkın öfkelenmesine yol açabilir." (1920)

2. Abdülhamid i devirenlerin hatası

2. Abdülhamid i devirenlerin hatası
2. Abdülhamid hiç şüphesiz tarihimizin en çok tartışılan ve güncelliğinin koruyan şahsiyeti. 33 yıl yönettiği Devlet-i Aliyye'de çöküş döneminde bir yükseliş yaşattığı herkesin ortak
görüşüdür. Siyasi bir deha olan Abdülhamid bu özelliğini Musul ve Bağdat petrollerinde yürüttüğü politika ile de ispatlamıştır.


HERKESİN İSTEDİĞİ BAĞDAT - MUSUL PETROLLERİ

Derin Tarih Dergisi'nden Arzu Terzi, 2. Abdülhamid'in Bağdat ve Musul petrollerini nasıl koruduğuna ve ne gibi stratejik hamleler yaptığını anlattı. Bağdat ve Musul vilayetlerinde rekabet ve çekişmeler Abdülhamid döneminde gittikçe kuvetlenir. Çünkü bölge, makineleşmenin en önemli kaynağı petrole sahiptir. Özellikle yüzyılın ikinci yarısından itibaren petrolün sadece aydınlanmada değil, sanayideki öneminin de anlaşılmaya başlanması, dönemin güçlü devletlerini bölge üzerinde önce tam bir mücadeleye sonra da savaşa götürecektir.

PETROLLER PADİŞAHIN MÜLKÜ OLUYOR

Abdülhamid zamanında önceki ve sonraki padişahlarda rastalanmayan bir kişisel mülk edinme uygulaması gerçekleştirilmiştir.

Padişahın kişisel mülk edinme sebebi, devletin petrol yatakları ve diğer zenginliklerinin paylaşılmak üzere masaya yatırıldığı bir dönemde, devlet mülkünün elden çıkma ihtimaline karşılık, onları şahsi mülk zırh içinde koruma altına alma gayretidir.

ABDÜLHAMİD'DEN STRATEJİK HAMLE

İşte bu politikadan yola çıkarak memleket genelinde nerede stratejik öneme sahip gelirt getiren arazi ve işletme varsa padişah mülükü haline getirilmiştir. Bu sayede arazi ve maden yatakları üzerinde işletme kurmak isteyen yabancı talipler doğrudan padişaha başvurmak zorunda kalacaklardı.

OSMANLI YILLARDIR PETROLÜ İŞLETİYOR

Bağdat ve Musul vilayetlerinin sınırları dahilinde yer alan, Osmanlı'nın neft dediği, aydınlanmada ve hayvanlarının iyileştirilmesinde kullanılan petrol, yüzyıllardır Osmanlı Devleti tarafından toprak ve tımar sahiplerine verilerek işletilmiştir. 1847'de Musul vilayetinde Tanzimat uygulanmasına başlanmasından sonra ise petrol yatakları devlete devredilmeye başlanır. Bununla birlikte Musul ve Bağdat'taki petrol yatakları bu dönemde de müzayede yolu ile Osmanlı tebaasına ihale edilir. Dolayısıyla bu kaynakların çoğu ilkel yollarla da olsa işletilmiştir.

BATILI DEVLETLERİ PETROLÜN PEŞİNDE

Abdülhamid'in Musul petrollerini şahsi mülkü yapmasının asıl hedefi başta İngiltere, Fransa ve özellikle 1888 demiryolu imtiyazıyla asıl hedefleri Musul petrolleri olan Almanların umutlarını kırarak, petrol yataklarının padişah emlakına geçirilişi manevrasıdır.

ABDÜLHAMİD YABANCI DEVLETLERİ PANİĞE SOKTU

Bölge petrollerinin şahsi mülk haline getirilmesi Mezopotamya bölgesinde 19. yüzyıl boyunca araştırma yapan ve petrol yataklarının elde edilmesi için planlar kuran yabancı devletleri paniğe soktu. Bu dönemde sahneye konan güçlü stratejilere ve imtiyaz alma mücadelelerine karşı Abdülhamid'in politikasıysa petrol yataklarının tek bir şirket halinde işletimi önerisinde bulunmaktı. Böylece talip devletlere pastadan daha büyük bir pay sunuyor, bu işletme teklifi koz olarak kullanılıp siyasi arenada denge politikası yürütülüyordu.

FRANSIZLAR RESMEN İSTEDİLER

Nitekim bölge petrollerinin tek bir şirket halinde işletimi hususunda Abdülhamid'de çok sayıda başvuru yapıldı. En önemlilerinde biri, Fransız maden mühendisi Jakraz'ın yaptığı incelemelerden sonra Fransızların yaptığı tekliftir.

AKBABALAR İŞ BAŞINDA

Aynı şekilde Hazine-i Hassa Nezareti'nce görevlendiren Alman mühendis Grasfkopf'un incelemeleri neticesinde Alman demiryolu şirketinin taleplerinin başlaması da oldukça dikkat çekicidir. Bu tabloya çok geçmeden Hollanda ve Belçika da katılır. İran petrollerinin imtiyaz ve işletmesini ele geçrimiş olan İngiltere ve hemen akabinde Amerika kısa sürede sahnedeki yerlerini alacaktır.

ABDÜLHAMİD'İN GİTMESİ İLE ELDEN ÇIKIYOR

Abdülhamid'in tahttan indirilmnesiyle Bağdat - Musul petrolleri, imtiyazları kişisel mülk olmaktan çıkarılarak devletleştirilmiş ve beklenen son gelmiştir. Nitekim yukarıda adı geçen devletlerin mücadelesi önce Babıâli'de, sonra da savaşta devam ederek petrol yatakları Osmanlıların elinden tamamen çıkacaktır.

ORTADOĞU'DA ADALET ORTADAN KALKTI

Görüldüğü üzere sömürgeci devletlerin başta petrol olmak üzere verimli araziler ve doğal kaynaklara sahip olmak, stratejik olarak önemli köşe başlarını tutmak ve bazı merkezleri etkisiz hale getirmek için ilgilendikleri en önemli bölgelerden Bağdat ve Musul'daki asıl mücadele Abdülhamid döneminde başlamıştır. Mücadelenin kaynağı ve tarihi boyutu tam olarak bilindiğinde Batılıların bugün Ortadoğu diye adlandırdığı bu bölgede niçin huzur ve adaletin hala sağlanamadığı ve hangi çıkarlar uğruna nelerin feda edildiği daha iyi anlaşılacaktır.

WİLSON İLKELERİ

WİLSON İLKELERİ
ABD Başkanı Wilson savaşa girmeden önce ilan ettiği bu ilkeler ile şunları amaçladı:
• Savaşın bir an önce bitmesini sağlamak.
• Savaş sonrası statükoyu belirlemek.
• Yenilen devletleri koruyarak ABD politikalarını etkin kılmak.
- İngiltere ve Fransa çıkarlarına ters olmasına rağmen, ABD’nin desteğini alabilmek için bunu kabul ettiler.
- Yenilen devletlerin ilkeler ile korunması savaşın sonuçlanmasını hızlandırdı.

Bu Maddeler Şunlardır:
- Savaş sırasında gizli anlaşmalar olamayacak.
- Savaş sonrasında yenilenden toprak ve tazminat alınmayacak.
- Her millet kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olacak.
- Cemiyet-i Akvam kurulacak.
- Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde kesin Türk egemenliği sağlanacak.
- Türk egemenliğindeki azınlıkların çoğunlukta olduğu yerlere egemenlik hakkı verilecek.
• Bu durum azınlık isyanlarına neden oldu.
- Boğazlar tüm devletlere açık olacak.